Uyanır uyanmaz telefonuna sarıldı, akşam yaşananlardan sonra
hemen haberlere bakma isteğinin önüne geçilemezdi. Neler neler yaşanmıştı gece. Polisle çatışanların
sesleri , gaz kokusu, patlayan havai fişekler, çığlık atan genç kızlar ve bütün
bunların arasında neden orada olduğunu bile hatırlamayan kendisi.
Evinde huzur içinde uyanması gerekmiyor muydu? Güvendeydi
artık, güvenliği için içki içme özgürlüğünden bile vazgeçmeye karar vermemiş
miydi gece en sonunda korkuyla? “Yeter artık” demişti, “Ne olacaksa olsun ben
artık evime dönüyorum”. Son kurduğu cümle buydu oradan uzaklaşırken. Şimdi evindeydi, kapı kilitli ve bütün
tehlikelerden uzak. Peki, neden kendisini
güvende hissetmiyordu? Ya da şu an içindeki sıkıntının sebebi neydi?
Telefon elindeydi ve halen daha ekranına bakamamıştı. Güvenliğin
ne olduğunu düşündü bu sırada. Sonra akşam tanıştığı o çokbilmiş avukat kızın ettiği
bir laf geldi aklına : “Hukuk dediğimiz şey, güvenlikle özgürlük kutupları
arasındaki yol rehberidir. Bedenimizin devamlılığı güvenliğimize, ruhumuzun
devamlılığı da özgürlüğümüze bağlıdır. İşte hukuk beden ve ruh arasındaki bu
dengeyi sağlamayı kendisine işgüzarca görev bilir”
Telefonu elinden fırlattı ve ağlamaya başladı. Ne olabilirdi
ki akşam? Ne olmuş olabilirdi ki? Ruhunun içine hapsolduğu bedenini güvene
taşımıştı gecenin sonunda bu yetmiyordu belli ki. Beden içinde taşıdığı ruh olmadan
neye yarardı ki? İçinde bal olmayan bir bal peteği gibi kalakalmıştı evinde,
korkusuna teşekkürü bir borç biliyordu şimdi, hem de cinsiyetçi küfürler
barındıran bir teşekkürü. Türümüzü korkuya borçluysak eğer, sadece korkaklar
devam ettirmiş olmuyor muydu insanlığı? Şimdi evinde ve güvendeydi ha? Şu an nerede olmak isterdi?
Tam o anda Niki geldi aklına, hani şu böcek toplamak için
gezinirken kendisini kumdan bir mezarlığa hem de bir kadının yanına hapsolmuş
halde bulan öğretmen Cumpei Niki.
Kütüphanesine koştu. Kütüphane karmakarışıktı. Yine biri
karıştırmış ve kitapları alelade dizmişti. Kendisinden başka kim vardı evde? Biri
daha işte, sadece bu. Güvenliğinin teminatı biri daha. Sol köşede, romanların bulunduğu yerde
duruyordu kitabı, neden roman muamelesi yapılıyor bu kitaba? “Çünkü roman” diye
gülümsedi, kalktığında beri ilk kez gülümsemişti,. Sonunda elinde aldı kitabı, “Abe Kobo- Kumların Kadını”
Hevesle sayfaları çevirmeye başladı, bugün kendisini güvende
hissetmeyebilirdi, ya Niki o güvende miydi?
Bilen bilir, öğretmen Niki, böcek koleksiyonuna yeni türler
toplamak için evinden uzaklara kısa bir yolculuğa çıkar. Bu kadar basit ve çokları
için gereksiz bir yolculuk sonunda başına gelenlerse, Kafka’nın şatosundan bile
yoğun bir açık hava kötülük zindanına sürükler onu.
Niki sahile varmış, malzemelerini hazırlayıp araştırmasına
başlamıştı bile. Kendisini peşinden sürükleyen, daha önce hiç rastlamadığı o
yeni tür böcekle henüz karşılaşmış ve elinden kaçırıvermişti ki bir kadın
belirdi karşısında, Kum yığının arkasından çıkagelmişti genç kadın. İlk
bakışta, üzerindeki giysilerden ve ezberlediği aşikâr davranışlarından oralı
olduğu belli olan, gözlerindeki ifadeye derinlemesine bakıldığında ise hiçbir zaman
oraya ait olmadığı ve olamayacağını gördüğü kadın dikildi karşısında.
“Seni takip ediyorlar” dedi genç kız
Niki şaşkınlıkla “Merhaba” diyebildi ancak. Tam bir şeyler
söylemeye hazırlanıyordu ki kız tekrarladı.
“Duymadın mı? Seni takip ediyorlar dedim”
Niki boğazını temizledi, elindeki böcek ağına gözlerini
dikip cevap verdi.
“Kim beni neden takip etsin ki? Siz kimsiniz?”
Pege, siz kimsiniz sorusunu duymazdan geldi
“Köydekiler. Geldiğin andan beri seni takip ediyorlar ve
sana hiç aklının alamayacağı kötülükler yapar onlar. Bir an önce dönmelisin”
Adam bir yandan ürperti öte yandan acıma hissiyle bakıyordu
bu genç meczuba. Kırmak istemedi kadını, hoşlanmıştı aslında tavırlarından,
hatta etkilenmişti kızın heyecanından. Kırmak istemedi ve inanmış gibi yaptı
anlattıklarına
“Uyarılarınız için minnettarım, çok dikkatli olacağım şu
andan itibaren. Siz geldiğiniz sırada daha önce hiç görmediğim bir türe
rastlamıştım. Tam da bu hafta sonunun nasıl da güzel hediyeler verdiğini….”
“Neden anlamak istemiyorsunuz? Size çok büyük fenalıklar
edecekler” diye bağırdı Pege. Pek tahammülü
kalmamıştı bu alık adama. Aptal mıydı? Bir böcek için atıldığı şu eziyet
yetmezmiş gibi karşısına onu uyaracak bir kadın çıkıyor ve o hala böcek diyor.
“Hanın efendi sakin olun lütfen” diye kekeleyebildi sadece
Niki. Uzun bir sessizlikten sonra elindeki ağı sallayarak devam etti konuşmasına
“Bu böceği yakalayıp döneceğim söz veriyorum. Aslında daha
çok kalacaktım buralarda ama uyarınız sayesinde sadece bu yeni türü alıp
gideceğim. Şimdi sizinle vedalaşalım isterseniz. Hayatım boyunca minnettar
kalacağım uyarılarınıza”
Pege hazırlıklıydı aslında bu duruma. Küçük
koleksiyoncuların ne kadar inatçı olduklarını biliyordu. Adamın yanına gelmeden
önce hayal dünyası süper güçlerini de kullanıp, peşinde olduğu türün aynısından
bir tane yakalamış ve bir kavanoza hapsetmişti. Çantasına yöneldi ve çıkartıp
adama uzattı o mücevher değerindeki cam fanusu.
Niki dehşete düştü bu sürpriz karşısında. Pege’nin elinden
kavanozu aldı ve yere fırlattı. Kumların üzerine düştüğü için kırılmadı ilkin.
Pege şaşkındı, kırılmayan kavanozun içindeki böcek şaşkındı bir tek Niki serin
kanlılıkla hareket ediyordu. Yere eğildi, yavaşça kavanozun kapağını açtı ve
sersemlemiş böceğin dışarı çıkması için dibine vurdu. Pege’ye döndü, ilk kez
gözlerinin içine bakıyordu.
Pege bu ifadeyi biliyordu, her gün aynada gördüğü ifadeydi
bu. Öfke, acıma ve sevginin karışımı olan bakışlar.
“Tekrar teşekkür ederim küçük hanım, yo hayır sözümü
kesmeyin. Yanınızda aradığım böceği getirmeniz artık durumun ciddiyetini
anlamama yetti. Beni saf bulmuş olmalısınız bu durumda. Ancak size şunu söylemeliyim.
Eğer sonunda öleceksem de, beni bekleyen yakınlarımı yüz üstü bırakacaksam da
ki pek kalabalık değillerdir hani, ömrüm boyunca sizi dinleyip geri dönmediğim
için pişman olacaksam da, ben o böceğin peşinden gidiyorum. Siz benim böceği
yakalamış olmanın değil böceği yakalıyor olmanın peşinde olduğumu anlamadınız.
Ben bugün o böceğin peşinden gitmezsem, kaderimi değiştirmiş olacağım ve sizin
bana sağlayacğaınız güvenli gelecektense o böceğin önüme sereceği yarını tercih
etmek zorundayım.”
Pege düşünden uyandığında düşünüyordu sadece, neden 2 dakika
daha uzatamamıştı rüyasını ? Neden Niki’nin
elinden tutup onunla birlikte koşamamıştı o böceğin peşinden? Kumların arasında
hapsolsa ne değişirdi ki? Şimdi ruhunun hapisanesi bedeninde olduğundan daha mı
zordu kumdan bir zindanda yaşamak?
Pege doğruldu, banyoya yöneldi. Sonra vazgeçti. Telefonunu
eline alıp akşam neler yaşandığını okudu. Çok kötü şeyler de yaşanmamıştı hani,
zaten en kötü ne olabilirdi ki?