Toplum yaşamının, sağlıklı kafalarla devam edebilmesinin eter
nedenlerinin belki de yeganeleri olan güven ve aşk mefhumlarıyla ilgili genellemelere
gidilecekse, öncelikle genelleme kelimesine hakkını teslim etmek gerek
herhalde. Genelleme hakkında aklımda kalan en önemli tümce “İnsan kendinden
olmayan bir genelleme yapamaz” şeklinde. Bu tümce bana mı ait yoksa genç
yaşlarımda etkilendiğim bir başkasına mı şimdi tam hatırlamıyorum ama ne fark
eder ki? İdeaların mülkiyetinin olamayacağı ideası en azından bana ait (çelişik
cümleler Episode bilmem kaç). Bu genellemeden de anlaşılacağı üzere ben
inanıyorum ki, bizlere yukarıdan bakarak, kendileri dışındaymışçasına toplum
yaşamıyla ilgili genellemeler yapan, başta ulu önder Sokrates olmak üzere büyük
büyük feylesoflar, aslında çıkardıkları tüm savların tam ortasından kopup
gelmektedirler. Bu durumda hadsizce yapacağım güven ve aşk genellemelerinin de
tam ortasından geldiğimi görmek hiç zor olmasa gerek.
Güven neydi? Samet ona güven mi demişti? (bknz. Selvi boylum
al yazmalım) Hayır! Sevgi gibi hissedene
ait bir mefhum olamaz güven! Kişinin hissettiği duyguya güven demesi, onu güven
yapmaz! Güvenin, üzerinde ortak bir görüş birliğine varılacak, objektif bir tanımı
olmalıdır. O zaman tekrar soruyorum güven neydi? Güven en basit tabiriyle,
kişinin beklentilerinin, beklentinin nesnesi haline gelen diğer varoluş
tarafından karşılanmasının oranıdır. Güven kelimesine anlamını veren,
beklentidir aslında.
Türk Dil Kurumu misali bir kavrama denk gelen kelimenin
anlamını, bir başka kelimeyle tanımlayıp işin içinden sıyrılmak değildir
amacım. Beklenti kelimesinin anlamını tüm açıklığıyla gözler önüne ama en başta
kendi gözlerimin önüne serimlemek niyetindeyim. Ancak öncelikle güven neden
beklentidir bir buna bakalım.
Bir kişiye güven nedir? Tüm örnekleri düşünün, düşünelim
öncelikle. Mesela paramızı emanet etmek ya da canımızı? Bir şeyi bir kişiye
emanet ettiğinizde ortada oluşan güven, o kişinin o parayı sizin isteğiniz
dışında yönetmeyeceğine olan beklentiniz değil midir? Ya da bir halkın ülkenin
yönetici kurumlarına güven duyması? Yöneticilere verdiğimiz imtiyazlar
karşısında, haklarımızı önceliklendirmelerine karşı girdiğimiz beklenti değil
midir burada güven dediğimiz? Ya da hiç dışarıya bakmadan kendimize duyduğumuz
güven, kendimizden, gelecek zaman içerisindeki beklentilerimiz değil midir?
Yani bir anlamında dasein da
bahsedilen varoluş yolculuğunun çıkış noktası. (Heidegger benimle ol, uzanıp
yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize). Güven duyma üzerine aklımıza
gelebilecek tüm durumlarda ortada hep bir beklentinin kendisini gösterdiğini
görmek çok zor olmasa gerek.
Güvenle ilgili tüm tanımlar dönüp dolaşıp beklentiye bağlanıyorsa
eğer, bu noktada güven neydi sorusunun cevabı gerçekten de “Samet ona güven
dedi” şeklinde verilmelidir. Güven de üzerinde anlaşılması gereken birden fazla
varoluşu bağlayan bir mefhum değil, kişinin kendisini ilgilendiren beklenti
duygusuna verdiği duygudur, bütünüyle subjektiftir yani. Kişileri güvenilmez
yapan da o kişilerin bizlerin beklentilerini karşılamamasıdır kısacası. Güvenilmezlik karşıdaki kişiye aittir çünkü
bizde bir beklenti oluşturmuştur ve sonrasında bu beklentiyi karşılamamıştır
çıkarımı da, bizlerin kendi beklentilerimizi yönetememe basiretsizliğinin
verdiği sıkıntıdan, karşı varoluşları suçlayarak sıyrılma çabamızdır.
Peki, sevgi neydi? Sevgi güvenmekti? Ama kime? Sadece
karşıdaki insana mı yoksa bir insana âşık olduğunda, oluşacak ruh halinde kendi
davranışlarına mı? Eğer ki aşk kendi varoluşumuz için eter nedense, geçmiş
deneyimlerimizden yola çıkarak ön koşul olarak koyduğumuz güvenden uzaklaşıp,
beklentileri fabrika ayarlarına çekmek, aşk korkusu yaşayan insanları tekrar
özgür kılacaktır.