.....................Üçüncü sorun diğerlerinden biraz daha farklıdır.
Üretimin artması beraberinde ilk iki sorunu getirirken, teknik olarak çok ama
çok uğraşılırsa aslında aşılabilinecek sorunlardır bunlar. Mesela reklam
sektörü tamamıyla bir hatadır ve insanlık bu hatadan günün birinde dönecektir.
Ya da gelişen yazılım teknolojisi ve diğer bilimler, üretimin planlanmasında
iyi niyetle kullanıldığında belki de ihtiyacımız olmayan toplu iğneler
üretilemeyecek ve Marks’ın o yeryüzünde cennet olarak önümüze sunduğu bolluk
teoerimi bile gerçek olacaktır.
Üretimde kollektifleşmenin ve üretime teknolojinin
iliştirilmesindeki diğer ki belki de canlılığın devamlılığın balansını
bozabilecek sorun, insanların doğal farklılıklarından bağımsız olarak yeni sınıfların
oluşması. Yani hayvani doğasından gelen statülerin yerini sistemin defolarına bağlı
sınıflara bırakmasıdır.
Şimdi mektubun yancı okurlarından şöyle bir düşünce
yükselecektir. “Bu ne demek hemen açıkla Ali! Nasıl olur da biyolojik sınıfları
kültürel sınıflara yeğ tutuyorsun? Sen Faşist bir pislik misin? Zaten
şüpheliyorduk senden. Çabuk hemen faşist olmadığını ıspatla yoksa Ferdinand
Celine’e ya da Papini’ye yapamadığımız sana yaparız ve sileriz fikirlerinin
hepsini yeryüzünden.”
Konuyu dağıtmadan, memleketimdeki okuryazar insan
profiliyle ilgili bir sıkıntıyı belirtmek isterim-Elbette konu dağılacak ne
aptalım. Aslında muhtemelen birçokları
için sıkıntı değildir ama genel olarak edebiyat ve yazın dünyamız için bence
büyük bir tehlike. Türkiyede okuryazar insanların çok çok büyük bir bölümü ki
hemen hemen hepsi neredeyse bir ideoloji sahibidir. Özellikle kadın okurların
büyük bir bölümü feministken erkek okurlarda da bu büyük kitleyi sosyalistler
oluşturur. Aslında yüzyılımızın başlarına kadar tüm dünya için bu şekildeydi.
Ancak Batı’da (ki uzak doğudan Kore ve Japonya’yı da batı sayabiliriz) bir
nebze bu durum kırılıyor, kırılmak zorunda. Bunu neden kendime sorun ettiğimi
ortaçağa bakarak görebilirsiniz sevgili büyüklerim, hani insalığın kara
sayfaları olan ortaçağ. Şimdi geçmişe dönüp baktığımızda o dönemlerdeki en
büyük sorunun okuryazarlığın belirli bir yönelimin, yani Hristiyan kilisenin elinde
olması olduğunu net bir şekilde görebiliriz. Bu durumda da o ideanın
dışında-azcık da karşısında- eserlerin üretilmesi için neredeyse 1000 yıl gibi
bir süre beklememiz gerekti. İnsanlığın gördüğü en karanlık 1000 yıldan
bahsediyorum burada.
Elbette ki günümüz ideolojilerinden -özellikle
bahsettiğim feminizm ve sosyalizm- ortaçağın engizisyon mahkemeleri kadar sert
önlemler almıyorlar yazın yaşamı üzerinde. Bu tip önlemleri daha çok kitlesinde
okuryazarlığın neredeyse sıfıra yakınsak olduğu faşizan ve baskıcı ideolojiler
yaparlar. Ama eğer okur kitleye yani hani bahsettiğim ürettiğimiz ürünlerin
pazarı olan kitleye, yani üretimin nihayi amacı olan pazara karşı(anti)
olabilceğiniz durumlarda, bir anda istem dışı oto kontrol mekanizmalarınızı
devreye sokarsınız. 19 yy’da bu zincirleri kıran büyük büyük filzoflarımız ya
da yazarlarımız işte avangard diye tabir ettiğimiz insanlar, yüzyıllarında
okunma kaygısı taşımayan, o büyük egolar bana da birşeyler öğretmişlerdir.
Velhasıl kelam, sözde faşist (sözde kelimesinin bu yeni moda kullanımına da
bayılırım, ne kadar iki yüzlü bir ifade biçimidir) eğilimlerimin deşifre
olmasından, bu kırması çok zor, “okunma ve anlaşılma içgüdüsü” nedeniyle biraz
çekinmekteyim. Ama korkunun ecele faydası yok. Bu mektubu kendimi ifade
edebilmek adına yazıyorsam birinci önceliğim aklımdaki fikirleri öncelikle
kendime deşifre etmemdir. Anti femisint fikirlerimiz zaten daha önceki
bölümlerde cesurca ifade ettiğimi düşünğyorum. Ali evladım bizimle kal yine kendi iç
çelişkilerinle boğuşmaya başladın cümlesini sana söyletmek zorundayım Adem
babacım. Aksi durumda sen duruma hiç müdahale etmiyorsun. Ne yapmayacaktım
konuyu dağıtmayacaktım, e o halde keseyim artık bu ara fikri.
Ne diyordum modern yaşamımızda doğamıza ters giden
birşeylerin oluşmaya başlaması. Doğal seçilimin yerini yapay seçilimin alması,
peki bu ne demektir?
Doğal seçilim ile yapay seçilimin nasıl farklılıklar
olduğunu bizlere en iyi anlatan örnek kedi ve köpek kardeşlerimizdir. Bundan
5-10 bin yıl önce evcilleştirilen bu hayvanlar hayatta kalmayı kendilerini bize
beğendirerek başarmaya başladılar. Normalde doğada hayatta kalmalarını
gerektiren mekanizmalara sahip olanların aksine bizim beğendiğimiz özellikleri
olanlar türlerini devam ettirebildiler. Ne demek bu hemen açıklayayım, mesela
köpeklerde, nispeten daha sevimli olmak, insanların estetik bakışına uygun
olmak, bir anda türünü devam ettirebilmek için bir avantaj haline geldi. İşte
evrim bilim buna yapay seçilim diyor. Bu sevimli köpek türleri varoluşlarını
artık tamamen bize bağımlı hale getirdiler ve bizim onlardan vazgeçtiğimiz anda
yok olmaya mecburlar.
Biz kendimizi Evrim basamağında en üstte görerek
kendi türümüzü başka hiçbir türe bağımlı hale getirmeyeceğimizi düşünüyorsak
çok büyük bir yanılgı içine gireriz. Bizim türümüzün devamlılığı da en basit tabirle, en iyilerin fazla üremesi ve
en kötülerin üremelerinin yavaşlamasıyla olur. Peki insanda evrimsel olarak
iyiyi ve kötüyü belirleyen nedir? Muhtemelen alet kullanma becerisidir yani
zekadır diyebiliriz. Ya da tüme varım yeteneği yani hafıza yani bir noktada
yine zeka. Sonrasında fiziksel güç, hızlı çalışan refleks sistemi ya da duyu
organlarımız gibi biyolojik özelliklerimiz. Ama ne önemi var ki bunun sonuçta
iş doğaya kaldığında o zaten hangi özelliklerin bizler için gerekli olduğuna kendisi
karar verecektir. Nasıl ki toplu iğnenin pazarı terziler, kitapların pazarı
okurlarsa ve üretimi onlar belirliyorsa, türlerin hayatta kalmasının da pazarı
doğadır ve üretimi her zaman pazar belirler.
Yaşadığımız çağları bir görseydiniz ne demek
istediğimi çok daha iyi anlardınız Havva anacığım. Sistem o kadar büyük defolar
içermektedir ki artık kapitalizmin aldığı hal Adam Smith’in çizdiği
senaryolardan çok daha farklı noktalara varmıştır. Kişiler yetenekleriyle değil
de sistemin defoalrını kullanma edimleriyle pastadan kaptığı dilimlerin
boyutunu belirlemektedir. Kurnazlık daha doğrusu yalan söyleme becerisi de bizlerin
yeteneğidir denilebilir. Belki de insan ırkınun geleceğini daha iyi yalan
söyleyebilenler kurmalıdır. Burada Nietzsche’nin o meşhur hayali sorusunu
tekrar sormak isterim. “Bana insanlığın bu durumu doğal mı diye sorarsanız sizlere
doğanın içinde doğal olmayan bir şey olabilir mi derim” (tam cümleyi ve geçtiği
kitabı unuttum ne yalan söyleyeyim)
Eğer, doğanın içinde doğal olmayan bir şey ararsak
sanırım bu “yalan” olurdu. Çünkü yalan bir kırılmadır sevgili büyüklerim, yalan
hiledir ve yalan hakikatin üstünün örtülmesinden ziyade hakikatin çarpıtılmasıdır.
Yalan hakikat salatalığından turşu yapılmasıdır ve bağımlı tedavi merkezlerinin
de mottosu olduğu üzere “salatalıktan turşu olur ama turşudan bir daha
salatalık olamaz” Hakikati bütünüyle kaybederiz yalanla. Yalan mefhumu bence
doğanın içinde doğal olmayacak tek mekanizmadır ve türümüzün geleceğini kurma
görevini insanlar yalan üzerinden kapıyorlarsa işte bu bence bizim türümüzün
geleceğinin en büyük tehlikesidir.
Hani sevimli köpeklerden bahsetmiştim ya
varoluşlarını bütünüyle inşalara endeksleyen işte bizler de geleceğimizi
sisteme endekslemek durumunda kalıyoruz.
Örneğin televizyon ekranında bir bakan gördüğümde
düşündüğüm şey : “doğada eş bile bulamazdı bu adam ama çıkmış bana nasıl
yaşamam gerektiğini dikta ediyor. Bunu da yalan mekanizmasına borçlu” oluyor. Ancak
yalan mekanizmasıyla bu zat eş bulup çocuk yapmasının ötesinde, o yavrusunun
gelecek nesillerini kurma habitatını, doğru dürüst yaşayan bir insana göre çok
daha konforlu bir şekilde inşa edebiliyor.
Sistemin yani modernizm bence bizlere dayattığı en
büyük tehlike budur. Yani gelecek nesillerimizi zekamız, bedenlerimizin
kalitesi ya da şimdi bilemediğim özelliklerimiz değil de sisteme dayalı mekanizmaların
belirliyor olması. Bundan çok kısa bir süre sonra fino köpeklerinin doğada
hayatta kalabilmek için bize duyduğu ihtiyacı, biz de sisteme karşı duyabiliriz
ve bu da muhtemelen evrimde bizi sistemin bir alt basamağına iter ve son birkaç
yüzbinyıldır ikamet ettiğimiz evrim piramidindeki en üst süiti sisteme teslim
edip ara katlardan birinde oturmaya başlamak zorunda kalabiliriz. En büyük
sorun da dairemizi teslim ettiğimiz bir canlı değil uzamsal olarak varolmayan bir
sistem olacaktır.