7 Şubat 2016 Pazar

kötülük nedir?


Kötülük vardır ve farklı dışavurumlarda şekillenir. Mesela oldukça insani ve saf olan bir kötülük modeli vardır, bencilce, anlık kişisel fayda uğruna, diğer varoluşlarla aslında “bir” olduğunu idrak edememenin verdiği neredeyse haince ve ahmakça bir kötülük.  Cinayet, tecavüz, hırsızlık, gasp daha sayamayacağımız neredeyse sonsuz sayıda “kötü-bencil” davranış modeli ve hepsi de adice, sefil ve mide bulandırıcı.

Bir başka kötülük modeli daha vardır ki bu Goethe’nin Faust’unda oldukça açık bir şekilde dile getirilmiştir, şeytani kötülük, yüce kötülük. Hani Dante’ye cehennemin kapısına “Beni ilk sevgi yarattı” yazdıran o muhteşem kötülük var ya işte tam olarak o.
İnsani ve şeytani olanı belirleyen nedir?

Ne yazık ki hiç istemesem de siz okurları teolojiye bir sokup çıkartmak durumundayım. Öyle uzun boylu değil, Hristiyanlık havuzunda bir boy verip çıkacağız. Kierkegaard bu sularda uzunca süre yüzdü ve İbrahim hikayesinden, korku ve kaygı ayrımlarına kadar bir çok konuyu bizlerin gözlerin gözlerine sokuverdi ve hepimiz birden “acımadı ki acımadı ki” diye ortalıkta şen kahkahalar attık.

Kirkor usta ısrarla söylüyordu, günah bedendedir, günah bedenin istekleridir, günah  Rab’ın İsa’nın bedeninde bizlere seslenmesiyle başlamıştır diye. Yok hayır, günah, Rab'ın Ademi yaratmasıyla başlamıştır, yok o da değil, günah ilk elma ile inmiştir yeryüzüne. Ama günahın bedenselliğine en güzel gösterge, kutsal bir ruhtan ibaret olan Rab'ın kendini insan bedenine yani İsa'nın bedenine sokarak tüm bedenlerin cezasını çekmesidir. Bizim klasik anlamda bildiğimiz günah işte bu bedenselliğin verdiği isteklere, diğer bedenleri alt ederek ulaşma çabasıdır, günah değildir aslında adice yapılanlar, sadece yasa dışıdır. Buna tanrının yasası dersek, yani insanların uymasını istediğimiz kuralları daha büyük bir “olaya” bağlamak istersek –ki özellikle olay kelimesini kullandım, ben de eski yunan bilgesi gibi yaşanan her şeyin tek bir olay olduğuna inanıyorum- o zaman tanrı yasası der kurtuluruz. Dilerseniz evrim yasası deyiverin buna, evrimimiz bizim sosyal bir yaşam sürmemizi öngörüyor ve bu sosyal yaşamı bozan davranışlar evrimimize terstir, günahtır. Haydi ateistleri kızdırmayalım, evrime ters olan olaylara günah demeyelim, türün devamlılığını tehdit eden hareketlerdir diyelim.  Gerçi soyunun devam etmesi türümüzü tehlikeye sokacak bir arkadaşımın karısından çocuk peydahlamam biyolojik olarak evrimin gerekliliği iken, toplumsal olarak türümüzü tehdit ettiğinden, evrime ters midir değil midir? En güzel soru tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Evrimin bir parçası olan yani doğanın bir parçası olan insan, hangi davranışıyla doğa dışı olabilir? 
Bunlar hep tartışma konuları çünkü tek bir gerçeğin olmadığı dünyada yaşıyoruz, ama bunu algılamamız biraz sürecek ve bu “biraz” da vicdanlarımız bizi yiyip bitirecek.

İster teoloji penceresinden bakalım, ister materyalist görüşlerle, her daim toplum yaşamını tehdit eden ve bu tehdidin temel sebebi bireysel çıkarlar olan durumlara kötülük denmiştir. İşte bu insani yani bedensel kötülüktür.  Ben bu kötülüğün tekerine çomak bile sokmam, bırakın Marks uğraşsın bununla. Marks’ın bolluk teoremi gerçekleştiğinde bu kötülük zaten kendiliğinden ortadan kalkacak değil mi? Ya da Freud’a göre insanları adab-ı muaşeretle yoğurursak bu kötülük kendiliğinden bitecek. Olmadı cehenneme inancı sağlarsak kimsenin başka birisinin karısına göz dikmeye götü yemeyecek, boru mu sonsuza kadar yanacaksın. Siz insani kötülüğü alt etmeye çalışadurun, şeytani kötülükle biz uğraşırız.

İnsani kötülük, insan oğlu mevcut yaşam formunda kaldığı sürece devam edecek ve bizler hep ona tiksintiyle bakacağız. Bu asla bitmeyecek neden mi ? Çünkü toplum yaşamı için her gün yeni bir kural eklenecek ve her yeni kural ona alışılana kadar çiğnenecek. Örneğin tecavüz konusunu ele alalım. Daha birkaç bin yıl geçti, bir erkeğin, bir kadınla, onun rızası dışında cinsel ilişki kurmasının kötülük olarak algılanmasında. Daha 50 bin yıl önce türümüzü tecavüzle devam ettiriyorduk. İşte bu şekilde her yeni yasa ve kötülük tanımı çok uzun süre ihlal edilmeye devam edecek. İhlaller bittiğinde yeni yasa gelecek ve o da ihlal edilecek. Bu bedenin isteklerinin, toplum yaşamının gereklilikleriyle çakışmasından kaynaklı “kötülük” kavramını geçelim. Paradoksal bir sorun var burada ve çözümlenemez.

Ama şeytani kötülük, işte o kötülük alt edilebilir, sadece birazcık akıl ve yukarıdan bir bakış gereklidir.
Nedir şeytani kötülük olarak adlandırdığım. Çüş Ali! Sanki sen adlandırdın bunu!
Goethe Faust’u yazarken, tam da ruhunu şeytana satan bir adamın öyküsünü yazdığı bir eserde bu kötülüğü tanımlamışken, bir de tutmuş bunu kendin adlandırmış gibi sayıyorsun?  

Neydi peki Faust’u bu kadar kötü yapan? Bakınız medeniyetimizi kurmaya çalışan o iyilik neferi insanların var mı bir farkları Faust’dan? O sadece medeniyeti kurmaya çalışıyordu. Muhteşem bir liman kent kuracaktı ve bunu insanlığın ilerlemesi için yapacaktı ama orada mutlu mesut yaşayan yaşlı bir çift bu muhteşem medeniyeti bozuyordu. Basit engellerdi onlar.

İşte şeytani kötülük budur dostlarım, şeytani kötülük kendince yüce bir amaca giderken, sadece bir idea uğruna insanların bireysel mutluluklarını linç etmektir, hem de bunu görmeye cesaret bile edemeden! Faust şöyle bir emir vermişti liman kentinin kurulmasını engelleyen mutlu yaşlıları oradan çıkartmasını istediği adamlarına. “Onları oradan çıkartın ama nasıl olduğunu bilmek istemiyorum”. Öldürülerek çıkartıldıklarını duyduklarında, işte o anda şeytanın ne olduğunu anlamıştı ama iş işten geçmişti.

Bu şeytanın sesidir güzel okur, bu şeytanın kötülüğüdür. 
Hani soğukta apartmanınızın kapısını kapatırken aklınızın bir ucundan oraya girme ihtimali olan kediler geçiyor ve yine de o kapıyı kapatıyorsunuz ya apartmanınızın medeniyetini korumak için, işte orda Mephisto’nun sözünü dinliyorsunuz! Hani biliyorsunuz ya ülkenin bir yerlerinde çocuklar katlediliyor ve siz yine de size bunun olduğunu gizleyen haber kaynaklarını seyretmeyi yeğliyorsunuz, işte bu şeytanın sizin ruhunuza hükmüdür ve bu kötülük aşılabilir. 

Bu kötülük paradoksal değildir, aklidir! Kafanızı çevirdiğiniz zaman kötülüklerin bitmeyeceğini, kafanızı çevirmenizden dolayı daha da artacağını bilmenize rağmen o kafanızı başka yöne çeviriyorsunuz ya işte o anda ruhunuzu şeytana satmış oluyorsunuz!

Pege'nin düşü


Bütün gece hayaller kuruyordu genç kadın, zamandan ve mekândan bağımsız hayaller. İnsan kendisini hayallerde temize çıkartabilir mi? İnsanın herhangi bir hareketini temize çıkartması gerekir mi?
Yaşamda bir sorunumuzun konusu ahlak olunca bunların hepsine verilecek cevap evetti! Ahlak derken, öyle varoluşunu bacakların arasında geçenlere bağlayan ahlak değil bahsi geçen, insanların hislerini önemseme üzerine kurulu olan ahlak. İşte o zaman kendini aklamak için derinlerde, önce tüm insanlığı değiştirmeli kişi,işte şimdi ahlak karşısında dik durabilir.

Sadece hislerin olduğu hayaller kurabiliyordu kızımız, onun ötesine geçme çabasının bile yerinin olmadığı hayaller. Bir sonsuz hayal deniziydi onunki, bir şamandıra yeterdi hayalinin başlaması için, bir nirengiydi aradığı tek şey aklının.

Neydi en eski ve en acı aşk hikayesi? Neydi bir insanın, bir çiftin, bir gecede yaşayabileceği en büyük acı? Eğer Oidipus’un ve Iokaste’nin acısı dinmeyecek ise, kendi umutlarının ne anlamı olabilirdi?

Kral Oidipus az önce biricik karısının aslında annesi, canından çok sevdiği çocuklarının aynı zamanda kardeşleri olduğunu öğrenmiş bir insan ne halde olabilirse, işte öyle giriyordu kraliçe Iokaste’nin odasına. Buraya kadar tüm yaşananları öyle ya da böyle kabul edebiliyordu genç kadınımız ama bir şekilde bu hikayenin içine girmek istiyordu, değiştirmesi gereken şeyler vardı. En başta o küstah Freud’a malzeme olacak bir öykü değildi bu yaşananlar, bir teorinin nesnesi olamazdı bu kadar derin hüzün.  Bir anda asıl can alıcı noktayı fark etti öyküde, işte bir şeyleri değiştirmeye buradan başlayabilirdi.

Oidipus bu kadar büyük bir ahlaksızlığın tam orta yerinde kaldığını öğrendiğinde öfke ve hüzünden bitap halde Iokaste’nin odasına koşturmuştu. Ama onu kendini asmış bulunca, işte o an aslında bir insanın kendisine fiziksel olarak yapabileceği en büyük işkenceye başvurmuştu. Bir insana hangi acı, toplu iğneyle kendi gözlerini oydurabilirdi? Sevdiği kadının kendisi yüzünden, canına kıymasından daha büyük bir acı olabilir miydi? O zaman değişim buradan başlamalıydı.

O zaman Kral Oidipus trajedisinin sonu tekrar yazılsın..

Oidipus yüzünde büyük bir dehşetle kraliçenin odasına girer, tüm duyduklarını ve bunların içinde oluşturduğu üzüntüyü bir de biricik aşkının gözlerine bakarak yaşamak istiyordur. İçeri girdiğinde kraliçesini, ağlamaktan göz pınarları kurumuş halde evlatlığı Pege’yi dinlerken bulur. Iokaste’nin yüzünde acı görülmektedir görülmesine ama bir yandan da akıl almaz bir sakinlik vardır. Oidipus  soran gözlerle anlatmaya başlar.

Oidipus: Ah benim biricik karım, sadece çocuklarımın annesiydin sen, krallığımın varislerinin annesi, oysa ki annesi olduğun varis benmişim. Nasıl olur bütün bunlar? Nasıl olur da tanrılar, bir an olsun bu büyük kötülüğü yaşamamıza engel olmak istemediler? Nasıl olur da ben seni karım olarak bu kadar severken, şimdi bir de annem olarak bağrıma basacağım?

Iokaste :  Kralımız, kahramanım, biricik eşim Oidipus, sen gelmeden az önce ben de bu büyük acıyla yoğurulmuştum.  Bu acıya nasıl dayanılır bilemez bir halde kendi canıma kıymaktan başka yol bulamıyordum. Ben nasıl senin yüzüne bakacaktım, nasıl diğer evlatlarıma analık yapacaktım bundan sonra? Ve nasıl Thebai halkına kraliçeliğe devam edecektim? Çıkar yol yoktu ve tam kendimi asıyordum ki evlatlığım Pege yetişti ve onu dinlemem için yalvardı bana. Sadece biraz dinlememin yeteceğini, sonrasında nasıl olsa yine kendimi öldürebileceğimi söyledi ve ben de öyle yaptım. Gördüğün gibi, bu küçük kızın bildikleri sayesinde şimdi tekrar yaşama tutunuyorum.

Oidipus: Nedir anlattıkları, ben bir Kral olarak bile dehşete düşerken, nasıl olur da bu küçük kızın aklına inanarak yaşama tutunmayı başarabildin? Pege, kızım sen anlat bana, nasıl dayanılır bu büyük acıya, her şeyi bilirken.

Pege’yi tanımış olmalısınız bizim hayalperest kızımız. İokaste’nin yerinde olsa bırakın kendisini asmayı, yaşamaya devam edecek gücü bile bulamayacak kızımız şimdi bu büyük öyküdeki hüznü yok eden kahraman oluveriyordu.
Pege anlatmaya başladı.

Pege :  Büyük kralımız biliyorsunuz ben Acem esirlerden birinin kızıyım ve yüce İokaste’nin beni himayesine alması sayesinde sizlerin gelenekleriyle büyüdüm. Ancak annem, aslımı unutmayayım diye biz Zerduştların gelenek ve göreneklerini de anlatmıştı. Bizlerin de büyük büyük krallarımız vardı tıpkı sizler gibi ve bugün yaşadıklarınız bizlerin hikayelerinde hep geçerdi.
Yüce kralım, eğer sizler bizim topraklarımızda yaşıyor olsaydınız, dışarıdaki kalabalık halkınız, yaşadığınız bu tesadüfi mucizeyi kutlamak için hazırlıklara başlamıştı bile. Çünkü bizlerde en büyük yücelik, bir kralın dul karısını, o kadının çocuklarından birinin eş olarak almasıdır.

Bu sözleri duyan Oidipus’un hissettiği ilk şey hafiflemeydi. Bir yerlerde, başka insanlar onları yüce bile görüyordu. Bu yaşananları, bütün kötülüklerin merkezi olarak değil de, tanrının bir emri olarak kabullenmişlerdi. Hangisinin doğru olduğunu kim bilebilirdi ki?

Oidipus’u ve sevgili karısını başka zorluklar bekliyordu artık. Dışarıdaki halka bunu anlatamazlardı, kendi tanrılarına değil de kara tenli acem tanrılarına bakarak akladıklarını ruhlarını, nasıl söyleyebilirlerdi? Hades bilmiyor muydu bunu? Hades’in yanına gideceklerdi eninde sonunda o zaman ona anlatabilirlerdi neden yaşama devam ettiklerini.

Bir yandan da geçmişlerini değiştiremezlerdi, mesela İokaste daha bebekken ölüme terk etmemiş miydi evladını, Oidipus’unu? Ama olsun, yaşamaya değerdi, çünkü bu küçük acem kızı bir neden vermişti onlara. O zaman elinden tutarak birbirlerinin, gizlice Thebai’yi terketmek üzere yola koyuldular.