7 Şubat 2016 Pazar

Pege'nin düşü


Bütün gece hayaller kuruyordu genç kadın, zamandan ve mekândan bağımsız hayaller. İnsan kendisini hayallerde temize çıkartabilir mi? İnsanın herhangi bir hareketini temize çıkartması gerekir mi?
Yaşamda bir sorunumuzun konusu ahlak olunca bunların hepsine verilecek cevap evetti! Ahlak derken, öyle varoluşunu bacakların arasında geçenlere bağlayan ahlak değil bahsi geçen, insanların hislerini önemseme üzerine kurulu olan ahlak. İşte o zaman kendini aklamak için derinlerde, önce tüm insanlığı değiştirmeli kişi,işte şimdi ahlak karşısında dik durabilir.

Sadece hislerin olduğu hayaller kurabiliyordu kızımız, onun ötesine geçme çabasının bile yerinin olmadığı hayaller. Bir sonsuz hayal deniziydi onunki, bir şamandıra yeterdi hayalinin başlaması için, bir nirengiydi aradığı tek şey aklının.

Neydi en eski ve en acı aşk hikayesi? Neydi bir insanın, bir çiftin, bir gecede yaşayabileceği en büyük acı? Eğer Oidipus’un ve Iokaste’nin acısı dinmeyecek ise, kendi umutlarının ne anlamı olabilirdi?

Kral Oidipus az önce biricik karısının aslında annesi, canından çok sevdiği çocuklarının aynı zamanda kardeşleri olduğunu öğrenmiş bir insan ne halde olabilirse, işte öyle giriyordu kraliçe Iokaste’nin odasına. Buraya kadar tüm yaşananları öyle ya da böyle kabul edebiliyordu genç kadınımız ama bir şekilde bu hikayenin içine girmek istiyordu, değiştirmesi gereken şeyler vardı. En başta o küstah Freud’a malzeme olacak bir öykü değildi bu yaşananlar, bir teorinin nesnesi olamazdı bu kadar derin hüzün.  Bir anda asıl can alıcı noktayı fark etti öyküde, işte bir şeyleri değiştirmeye buradan başlayabilirdi.

Oidipus bu kadar büyük bir ahlaksızlığın tam orta yerinde kaldığını öğrendiğinde öfke ve hüzünden bitap halde Iokaste’nin odasına koşturmuştu. Ama onu kendini asmış bulunca, işte o an aslında bir insanın kendisine fiziksel olarak yapabileceği en büyük işkenceye başvurmuştu. Bir insana hangi acı, toplu iğneyle kendi gözlerini oydurabilirdi? Sevdiği kadının kendisi yüzünden, canına kıymasından daha büyük bir acı olabilir miydi? O zaman değişim buradan başlamalıydı.

O zaman Kral Oidipus trajedisinin sonu tekrar yazılsın..

Oidipus yüzünde büyük bir dehşetle kraliçenin odasına girer, tüm duyduklarını ve bunların içinde oluşturduğu üzüntüyü bir de biricik aşkının gözlerine bakarak yaşamak istiyordur. İçeri girdiğinde kraliçesini, ağlamaktan göz pınarları kurumuş halde evlatlığı Pege’yi dinlerken bulur. Iokaste’nin yüzünde acı görülmektedir görülmesine ama bir yandan da akıl almaz bir sakinlik vardır. Oidipus  soran gözlerle anlatmaya başlar.

Oidipus: Ah benim biricik karım, sadece çocuklarımın annesiydin sen, krallığımın varislerinin annesi, oysa ki annesi olduğun varis benmişim. Nasıl olur bütün bunlar? Nasıl olur da tanrılar, bir an olsun bu büyük kötülüğü yaşamamıza engel olmak istemediler? Nasıl olur da ben seni karım olarak bu kadar severken, şimdi bir de annem olarak bağrıma basacağım?

Iokaste :  Kralımız, kahramanım, biricik eşim Oidipus, sen gelmeden az önce ben de bu büyük acıyla yoğurulmuştum.  Bu acıya nasıl dayanılır bilemez bir halde kendi canıma kıymaktan başka yol bulamıyordum. Ben nasıl senin yüzüne bakacaktım, nasıl diğer evlatlarıma analık yapacaktım bundan sonra? Ve nasıl Thebai halkına kraliçeliğe devam edecektim? Çıkar yol yoktu ve tam kendimi asıyordum ki evlatlığım Pege yetişti ve onu dinlemem için yalvardı bana. Sadece biraz dinlememin yeteceğini, sonrasında nasıl olsa yine kendimi öldürebileceğimi söyledi ve ben de öyle yaptım. Gördüğün gibi, bu küçük kızın bildikleri sayesinde şimdi tekrar yaşama tutunuyorum.

Oidipus: Nedir anlattıkları, ben bir Kral olarak bile dehşete düşerken, nasıl olur da bu küçük kızın aklına inanarak yaşama tutunmayı başarabildin? Pege, kızım sen anlat bana, nasıl dayanılır bu büyük acıya, her şeyi bilirken.

Pege’yi tanımış olmalısınız bizim hayalperest kızımız. İokaste’nin yerinde olsa bırakın kendisini asmayı, yaşamaya devam edecek gücü bile bulamayacak kızımız şimdi bu büyük öyküdeki hüznü yok eden kahraman oluveriyordu.
Pege anlatmaya başladı.

Pege :  Büyük kralımız biliyorsunuz ben Acem esirlerden birinin kızıyım ve yüce İokaste’nin beni himayesine alması sayesinde sizlerin gelenekleriyle büyüdüm. Ancak annem, aslımı unutmayayım diye biz Zerduştların gelenek ve göreneklerini de anlatmıştı. Bizlerin de büyük büyük krallarımız vardı tıpkı sizler gibi ve bugün yaşadıklarınız bizlerin hikayelerinde hep geçerdi.
Yüce kralım, eğer sizler bizim topraklarımızda yaşıyor olsaydınız, dışarıdaki kalabalık halkınız, yaşadığınız bu tesadüfi mucizeyi kutlamak için hazırlıklara başlamıştı bile. Çünkü bizlerde en büyük yücelik, bir kralın dul karısını, o kadının çocuklarından birinin eş olarak almasıdır.

Bu sözleri duyan Oidipus’un hissettiği ilk şey hafiflemeydi. Bir yerlerde, başka insanlar onları yüce bile görüyordu. Bu yaşananları, bütün kötülüklerin merkezi olarak değil de, tanrının bir emri olarak kabullenmişlerdi. Hangisinin doğru olduğunu kim bilebilirdi ki?

Oidipus’u ve sevgili karısını başka zorluklar bekliyordu artık. Dışarıdaki halka bunu anlatamazlardı, kendi tanrılarına değil de kara tenli acem tanrılarına bakarak akladıklarını ruhlarını, nasıl söyleyebilirlerdi? Hades bilmiyor muydu bunu? Hades’in yanına gideceklerdi eninde sonunda o zaman ona anlatabilirlerdi neden yaşama devam ettiklerini.

Bir yandan da geçmişlerini değiştiremezlerdi, mesela İokaste daha bebekken ölüme terk etmemiş miydi evladını, Oidipus’unu? Ama olsun, yaşamaya değerdi, çünkü bu küçük acem kızı bir neden vermişti onlara. O zaman elinden tutarak birbirlerinin, gizlice Thebai’yi terketmek üzere yola koyuldular.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder