16 Ocak 2016 Cumartesi

Bana bir neden verin dünyayı değiştireyim

Düşünce yapımızda çok temel bir sakatlık var. "Önce nedenler gelir ve sonrasında bu nedenler bir olaya sebebiyet verir". Bu düşünce yapısı yani bu determinist akıl, aydınlanmanın ve diyalektigin yegane yapi taşı oldu; yüzyıllar öncesinden günümüze.
Oysa biz bir olayı yaşarız, sonrasında o olayın nedenlerini anlamaya çalışırız bu da demek oluyor ki nedenleri olaydan hemen sonra düşünmeye başlarız. Ve bu durumda da geriye,  yani olayın öncesine döneriz.  Oysa geri dönüş diye birşey olamaz. Nedenleri düşünme eylemi aslolandir, nedenlerin kendisi değil ve bu aslolan yani düşünmek de cok açık seçik olaydan sonradır.
Özellikle tinsel konularda mesela aşk meselesinde (aşka da mesele dedik hadi hayırlısı) bu tersyüz çok daha açık eder kendisini.  Birine neden aşık olduğumuzu hiç bir zaman bilemeyiz,  önce aşık olur sonrasında bunun nedenleri yaratılmaya başlanır,  sirf akıl rahat etsin diye. Bir olay sonsuz parametrenin birleşimi sonucu ortaya çıkar. Kadim zamandan günümüze  gelen tüm olaylardan sadece bir tanesi bile değişse, bu aşk hissi oluşamayacaktır. Yani bir aşkın nedeni varsa eğer, işte bu sonsuzda aranmalıdır,  bir anlamda tanimsizdir. Bizim nedenleri bulurken yaptigimiz en fazla,  bu sonsuzlugun içinden en belirgin olanları ayıklamak olabilir ki zaten bu ayıklama işlemini de yine aşık olduktan sonra yaptığımızdan zamansal olarak yine aşktan sonra gelir.
Bir idrak edebilsek nedenselligin aklın bir oyunu olduğunu,  zaman algimizin katı bilimselligin altında ezildiğini, iste o zaman özgür kalacağız ve hislerimize neden aramaktan vazgeçip onların hükmüne gireceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder