26 Temmuz 2016 Salı

Pege'nin düşü, Kumların kadını..

Uyanır uyanmaz telefonuna sarıldı, akşam yaşananlardan sonra hemen haberlere bakma isteğinin önüne geçilemezdi.  Neler neler yaşanmıştı gece. Polisle çatışanların sesleri , gaz kokusu, patlayan havai fişekler, çığlık atan genç kızlar ve bütün bunların arasında neden orada olduğunu bile hatırlamayan kendisi.

Evinde huzur içinde uyanması gerekmiyor muydu? Güvendeydi artık, güvenliği için içki içme özgürlüğünden bile vazgeçmeye karar vermemiş miydi gece en sonunda korkuyla? “Yeter artık” demişti, “Ne olacaksa olsun ben artık evime dönüyorum”. Son kurduğu cümle buydu oradan uzaklaşırken.  Şimdi evindeydi, kapı kilitli ve bütün tehlikelerden uzak.  Peki, neden kendisini güvende hissetmiyordu? Ya da şu an içindeki sıkıntının sebebi neydi?

Telefon elindeydi ve halen daha ekranına bakamamıştı. Güvenliğin ne olduğunu düşündü bu sırada. Sonra akşam tanıştığı o çokbilmiş avukat kızın ettiği bir laf geldi aklına : “Hukuk dediğimiz şey, güvenlikle özgürlük kutupları arasındaki yol rehberidir. Bedenimizin devamlılığı güvenliğimize, ruhumuzun devamlılığı da özgürlüğümüze bağlıdır. İşte hukuk beden ve ruh arasındaki bu dengeyi sağlamayı kendisine işgüzarca görev bilir”

Telefonu elinden fırlattı ve ağlamaya başladı. Ne olabilirdi ki akşam? Ne olmuş olabilirdi ki? Ruhunun içine hapsolduğu bedenini güvene taşımıştı gecenin sonunda bu yetmiyordu belli ki. Beden içinde taşıdığı ruh olmadan neye yarardı ki? İçinde bal olmayan bir bal peteği gibi kalakalmıştı evinde, korkusuna teşekkürü bir borç biliyordu şimdi, hem de cinsiyetçi küfürler barındıran bir teşekkürü. Türümüzü korkuya borçluysak eğer, sadece korkaklar devam ettirmiş olmuyor muydu insanlığı? Şimdi evinde ve güvendeydi ha?  Şu an nerede olmak isterdi?

Tam o anda Niki geldi aklına, hani şu böcek toplamak için gezinirken kendisini kumdan bir mezarlığa hem de bir kadının yanına hapsolmuş halde bulan öğretmen Cumpei Niki.

Kütüphanesine koştu. Kütüphane karmakarışıktı. Yine biri karıştırmış ve kitapları alelade dizmişti. Kendisinden başka kim vardı evde? Biri daha işte, sadece bu. Güvenliğinin teminatı biri daha.  Sol köşede, romanların bulunduğu yerde duruyordu kitabı, neden roman muamelesi yapılıyor bu kitaba? “Çünkü roman” diye gülümsedi, kalktığında beri ilk kez gülümsemişti,. Sonunda  elinde aldı kitabı, “Abe Kobo- Kumların Kadını”

Hevesle sayfaları çevirmeye başladı, bugün kendisini güvende hissetmeyebilirdi, ya Niki o güvende miydi?
Bilen bilir, öğretmen Niki, böcek koleksiyonuna yeni türler toplamak için evinden uzaklara kısa bir yolculuğa çıkar. Bu kadar basit ve çokları için gereksiz bir yolculuk sonunda başına gelenlerse, Kafka’nın şatosundan bile yoğun bir açık hava kötülük zindanına sürükler onu.
Niki sahile varmış, malzemelerini hazırlayıp araştırmasına başlamıştı bile. Kendisini peşinden sürükleyen, daha önce hiç rastlamadığı o yeni tür böcekle henüz karşılaşmış ve elinden kaçırıvermişti ki bir kadın belirdi karşısında, Kum yığının arkasından çıkagelmişti genç kadın. İlk bakışta, üzerindeki giysilerden ve ezberlediği aşikâr davranışlarından oralı olduğu belli olan, gözlerindeki ifadeye derinlemesine bakıldığında ise hiçbir zaman oraya ait olmadığı ve olamayacağını gördüğü kadın dikildi karşısında.

“Seni takip ediyorlar” dedi genç kız

Niki şaşkınlıkla “Merhaba” diyebildi ancak. Tam bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ki kız tekrarladı.
“Duymadın mı? Seni takip ediyorlar dedim”

Niki boğazını temizledi, elindeki böcek ağına gözlerini dikip cevap verdi.
“Kim beni neden takip etsin ki? Siz kimsiniz?”

Pege, siz kimsiniz sorusunu duymazdan geldi
“Köydekiler. Geldiğin andan beri seni takip ediyorlar ve sana hiç aklının alamayacağı kötülükler yapar onlar. Bir an önce dönmelisin”

Adam bir yandan ürperti öte yandan acıma hissiyle bakıyordu bu genç meczuba. Kırmak istemedi kadını, hoşlanmıştı aslında tavırlarından, hatta etkilenmişti kızın heyecanından. Kırmak istemedi ve inanmış gibi yaptı anlattıklarına

“Uyarılarınız için minnettarım, çok dikkatli olacağım şu andan itibaren. Siz geldiğiniz sırada daha önce hiç görmediğim bir türe rastlamıştım. Tam da bu hafta sonunun nasıl da güzel hediyeler verdiğini….”
“Neden anlamak istemiyorsunuz? Size çok büyük fenalıklar edecekler” diye bağırdı Pege. Pek tahammülü kalmamıştı bu alık adama. Aptal mıydı? Bir böcek için atıldığı şu eziyet yetmezmiş gibi karşısına onu uyaracak bir kadın çıkıyor ve o hala böcek diyor.

“Hanın efendi sakin olun lütfen” diye kekeleyebildi sadece Niki. Uzun bir sessizlikten sonra elindeki ağı sallayarak devam etti konuşmasına
“Bu böceği yakalayıp döneceğim söz veriyorum. Aslında daha çok kalacaktım buralarda ama uyarınız sayesinde sadece bu yeni türü alıp gideceğim. Şimdi sizinle vedalaşalım isterseniz. Hayatım boyunca minnettar kalacağım uyarılarınıza”

Pege hazırlıklıydı aslında bu duruma. Küçük koleksiyoncuların ne kadar inatçı olduklarını biliyordu. Adamın yanına gelmeden önce hayal dünyası süper güçlerini de kullanıp, peşinde olduğu türün aynısından bir tane yakalamış ve bir kavanoza hapsetmişti. Çantasına yöneldi ve çıkartıp adama uzattı o mücevher değerindeki cam fanusu.

Niki dehşete düştü bu sürpriz karşısında. Pege’nin elinden kavanozu aldı ve yere fırlattı. Kumların üzerine düştüğü için kırılmadı ilkin. Pege şaşkındı, kırılmayan kavanozun içindeki böcek şaşkındı bir tek Niki serin kanlılıkla hareket ediyordu. Yere eğildi, yavaşça kavanozun kapağını açtı ve sersemlemiş böceğin dışarı çıkması için dibine vurdu. Pege’ye döndü, ilk kez gözlerinin içine bakıyordu.
Pege bu ifadeyi biliyordu, her gün aynada gördüğü ifadeydi bu. Öfke, acıma ve sevginin karışımı olan bakışlar.

“Tekrar teşekkür ederim küçük hanım, yo hayır sözümü kesmeyin. Yanınızda aradığım böceği getirmeniz artık durumun ciddiyetini anlamama yetti. Beni saf bulmuş olmalısınız bu durumda. Ancak size şunu söylemeliyim. Eğer sonunda öleceksem de, beni bekleyen yakınlarımı yüz üstü bırakacaksam da ki pek kalabalık değillerdir hani, ömrüm boyunca sizi dinleyip geri dönmediğim için pişman olacaksam da, ben o böceğin peşinden gidiyorum. Siz benim böceği yakalamış olmanın değil böceği yakalıyor olmanın peşinde olduğumu anlamadınız. Ben bugün o böceğin peşinden gitmezsem, kaderimi değiştirmiş olacağım ve sizin bana sağlayacğaınız güvenli gelecektense o böceğin önüme sereceği yarını tercih etmek zorundayım.”

Pege düşünden uyandığında düşünüyordu sadece, neden 2 dakika daha uzatamamıştı rüyasını ?  Neden Niki’nin elinden tutup onunla birlikte koşamamıştı o böceğin peşinden? Kumların arasında hapsolsa ne değişirdi ki? Şimdi ruhunun hapisanesi bedeninde olduğundan daha mı zordu kumdan bir zindanda yaşamak?
Pege doğruldu, banyoya yöneldi. Sonra vazgeçti. Telefonunu eline alıp akşam neler yaşandığını okudu. Çok kötü şeyler de yaşanmamıştı hani, zaten en kötü ne olabilirdi ki?