Sokrates: Ali, şimdi tam anlayamadığım bir iki nokta
var. Sanırım sen çok bilge ve birçok kavramı çözmüş bir insansın (dikkatini
çekerim adem babacım Sayın Sokrates aslında şu an benimle dalga geçiyor).
Sürekli, insanların aklının, bedenlerinin gardiyanı olduğunu dile getiriyor ve
bunu yaşamımız için olumsuz bir şey olarak ileri sürüyorsun. Bununla da
kalmıyor nezaket kurallarının, bizlerin aramızdaki ilişkilerinde, aşılması
gerken bir sorun olduğunu defalarca dile getiriyorsun. Beni aydınlatacağını ve
aklımdaki küçük soruları şıp diye cevaplayacağını biliyorum. Bu cevaplarından
ve beni aydınlattıktan sonra da seve seve senin fikirlerinin peşinden gitmeye
hazırım. Ama şimdi tutmuş, insanların akıllarıyla yakaladıkları nezaket ve konfor
olgularını olumluluk nedeni olarak karşımıza getiriyorsun. Hangisi doğru
nezaket bizlerin hayatlarını güzelleştiriyor mu? Yoksa nezaket yüzünden
yaşamlarımızda özgürlüklerimizden gönüllü olarak feragat mi ediyoruz?
Ali: Sevgili büyüğüm Efendi Sokrates, öncelikle şunu
belirtmek isterim ki sen fikirlerimin peşinden gelmesini isteyeceğim en son
insansın. Zaten fikirlerimin peşinden birinin gelmesi kimin uğrunda, bu ironik iltifatlarını
kendi EGO’na sakla. Ayrıca sen, en saf ideaları bile kendince yoğurup elde
ettiğin farmakon’u insanlara bir deva olarak sunarsın, bunu iyi bilirim. Ama
biz öğrencin Platon’un anlattıklarından da biliriz ki, farmakon hem deva hem de
zehir demektir ve yine biz artık biliyoruz ki senin zehrin, senden sonraki
bütün çağlarda düşünsel hayatı, artık üzerinde ot bitmeyen çorak bir araziye
dönüştürdü. Neyse, konu senin insanların zihnine ektiğin o evrensel doğru zehrinin
tohumu değil, benim düşüncelerime olan itirazların. Demek nezaket ve konfor
benim sürekli eleştirdiğim ama şimdi de yaşamımı güzelleştiren bir olgu olarak
sunduğum şeyler. İki konuyu ayrı ayrı ele alalım istersen. Bu hilelerinle başa
çıkmada, çağındaki o saf Yunanlılar acemi olabilir ama biz yüzyıllar içinde
senin yolundan giden Ortodoks (bu diyalog boyunca dindarlar, sosyalistler,
Kemalistler, Leninistler vs.. bütün ideoloji sahipleri Ortodoks kelimesiyle tek
seferde ifade edilecektir.) nesiller
sayesinde biraz tecrübe kazandık hileyle yapılan diyalektiklere. Konfor ve
nezaket kökenlerinde insan aklının ürünü olmaları bakımından ortak bir noktaya
sahip olsalar da ayrı ayrı ele alınması gereken konular. Kaldı ki bu
mektubumdaki herşey insan aklı paydasında birlikte ele alınabilir ve bu da bizi
kurgusu imkânsız bir yere götürür di mi ama?
Sokrates: Evladım Ali, konuşmalarında bir kin sezinliyorum
ve bunun nedenine inmeyi ve bu insanlık düşmanı kin duygun yüzünden seni küçük
düşürmeyi hiç istemiyorum. Dediğin gibi olsun, konuları ayrı ayrı ele alalım.
Öncelikle sürekli adab-ı muaşeretin bizleri nasıl esir ettiğinden bahsediyordun
ama şimdi tutmuş vapur seyahatinin bu kurallar sayesinde nasıl güzelleştiğini
söylüyorsun. Bunlardan hangisi senin gerçek düşüncelerin ya da ikisi de mi
senin düşüncen yani bir şey hem seni esir edip hep de seni mutlu mu kılıyor.
Bunun tek yolu var, o da esirliğinden mutluluk duyman olabilir. Bu da bir yol
tabi ama mektubunu inceleme fırsatım oldu ve bir yerde insanların kendi
esaretlerini, kendi elleriyle istemlerine de atıfta bulunup bu edimi
olumsuzlamıştın. Hani şu üzerine kapının kitlenmesini isteyen köleler bölümü..
Ali: Sayın büyüğüm, kendimi ve düşüncelerimde
çelişki olmadığını sana anlatmaya çalışacağım ama sırf bu noktaya yani kendimi
ifade etmeye odaklanıp retorik saptırmalarını görmezden gelmeyeceğim. Çünkü
benim bir noktada kendime işgüzarca yüklediğim misyon, senin ve senin tarzını
benimseyen bütün ortodoksların sahtekarlıklarını deşifre etmek.
İlk cümlenle başlayalım. Zaten bütün diyalog boyunca
muhtemelen aynısını yapacaksın çünkü sen hep aynısını yaparsın. Kin duygusunun
insanlık düşmanı olduğu ön kabulüyle benim bu duyguya sahip olmamın beni küçük
düşüreceği çıkarımını yapıyorsun ama koyduğun dayanak noktası zaten sana ait.
Günümüzde bunu senin muhafazakâr torunların da sıklıkla yaparlar. Şöyle sorarlar
mesela: “Şimdi sen, dış mihrakların maşası Gezi eylemcilerinin, gerçekten ağaç
için mi orada eylem yaptığını düşünüyorsun” Yani dış mihrak maşası olma
koşulunu uydurup sonrasındaki iddialarını bu koşula dayandırma teknikleri,
hilebazlığın bu kadar ucuzcası. Diyelim ki kin gerçekten de bir noktasında
insanlık düşmanı bir hissiyat -ki insana ait olan hiçbir hissiyat teknik olarak
yine insanın düşmanı olamaz, kendinde varolan kendinin mahvına gitmez- peki bu
hissiyatı duyumsayan mı utanç duymalı yoksa bu kinin nesnesi olan kin duyulan
kişi mi? Şu ucuz “seni küçük düşürmek istemiyorum” yaklaşımını sana yakıştıramadım. Evet, gerçekten de hem benim küçük düşmem
gerektiği bilgisini ortaya sunarak beni küçük düşürdün hem de bunu yapmayan
insan olarak kendini yücelttin, bravo.
Aslında konuların ayrı ayrı ele alınması gerektiğini
sen de biliyorsun ve bir noktada buraya geleceksin ama öncesinde bir girişgahla
retorikte psikolojik üstünlüğü ele almaya çalışıyorsun. Olmadı Sokrates Efendi,
dediğim gibi biz yüzyıllardır bu ortadoks diyalektlere aşinayız.
Sokrates: Peki şimdi ben miyim laf kalabalığı yapıp
retorik teknikler uygulayan yok sa sen mi benim küstah evladım. Bir araba laf
ettin ama soruma en küçük yanıt bile vermedin, tekrar soruyorum mademki nezaket
kurallarına uyma edimi yüzyıllar içerisinde bizleri köle yaptı, neden şimdi
vapur yolculuğunu, diğer tüm yolculuklara yeğ tutma sebeplerinden en
önemlilerinden biri olarak bu kuralları gösteriyorsun? İnsan bir günü
anlatırken bu kadar çelişiyorsa ya hayatı anlatmaya kalksa bunun altından nasıl
kalkar?
Ali: Direkt
olarak söyleyeyim o vakit. Ben, hayatımızı zorlaştıran kurallar bütünü olan
ahlak kurallarına karşı çıktım. Adab-ı muaşeret kuralları da kesinlikle tıpkı
dinler ya da senin koyduğun erdemli insan davranış kuralları gibi ya da Eski Roma
yasaları gibi, çıkış amacı insanların hayatlarını güzelleştirmek olan ama sonuç
olarak insanların birlikte yaşamlarının mahvı olmuşlardır, bu fikrimin şimdilik
arkasında olacağım. Daha önce Türkçesini yazmıştım ama hadi eski Yunancasını da
yazayım ki, bu düşüncemin temelini sizin döneminiz ne kadar güzel açıklamış
gör. Belki de bu söz sana ait tam bilmiyorum ama bizlerin yaşamlarını
düzenleyecek her yasa sonrasında bizlerin yaşamlarının zorunluluğu olmaktadır.
τοις
μέν δούλοις ή άνάγκη νόμος, τοις δέ έλευθέροιο άνθρώποις ό νόμος άνάγκη.
(Bir yandan kölelerin zorunlulukları yasalardır,
diğer taraftan yasalar, özgür adamların uyması gereken kurallardır)
Matemetiksel olarak köleler için koyduğunuz yasalar
bile teknik olarak siz özgür insanların zorunlulukları haline geliyorsa, bir de
kendi yaşantımızı düzenlemek için koyduğumuz yasaları düşün.
Ben nezaket kelimesini kullanmışken senin bunu
adab-ı muaşeretle eş tutup sonrasında bana eş tuttuğun kavram üzerinden eleştiri
getirmen de yine güzel bir retorik oyun olsa gerek. Nezaketle adab-ı muaşeret kesinlikle aynı şey
değildir ama ilineksel bağıntıları vardır bunu da yadsımıyorum. Nezaket,
insanların birbirleriyle karşılaşma anlarında, karşı tarafın bedenini ya da
ruhunu incitmeden bu karşılaşma anını kotarmalarıdır. Bu incitmeme edimi içten
gelir, çünkü insan bu karşılaşma anını minumum zarar ve maksimum fayda ile atlatmak
peşindedir, çünkü ondaki sonsuzluğun, sonluluğa dönüşünün ete kemiğe bürünmüş
karşılığıdır, karşısındaki. Bilir ki, bir insan diğer insana, kendine de zarar
vermeden zarar veremez. Nietzsche ve Schoupenheuer’un da belirttiği üzere güç
ve istenç karşısında durmamak ve bunların akıp gitmesine izin vermek varoluşsal
olarak zorunluğumuzdur. İşte nezaket, insanların birbirlerinde bulunan bu istencin
karşısında durmamaktır.
Sokrates: Peki bir nokta benim için halen daha tam
oturmadı. Nasıl oluyor da diğer tüm kurallar insanların zorunlulukları olmaları
açısından olumsuz oluyor da nezaket konu olduğunda kuralların olmayışından
bahsedilebiliyor ve bu nezaket mefhumu zorunluluk olmak açısından bir
olumsuzluk arz etmiyor? Sonuçta toy evladım, ister adına ahlak de ister nezaket
ne farkeder ki işin ucunda uyulması gereken kurallar olduktan sonra farklı
kelimeler farklı tanımlar küçük nüanslardan öteye gidemez ki!
Ali: Burada iki nokta var Efendi Sokrates, birincisi
yasalar yaşantımızda her daim vardır, zorunluluklar da öyle. Örneğin yerçekimi
yasası her daim vardır ve sen ne yaparsan yap yerçekimini oluşturan ortam
değişmedikçe bu yasa geçerliliğini sürdürür. Burada doğanın zorunluluğunun
adıdır yasa, yani sadece tanımdır. Yerçekimi, yasalaştığı için zorunluluk
değildir, zorunluluk olduğu için yasadır. Tıpkı güçlerin karşılaşma anında
birbirlerine yol vermelerinin varoluşları için olumlu olması gibi, burada
nezaket, tanımlandığı için uyulması gereken kurallar değildir, uyulması
varoluşlarımızı olumladığı için doğal bir yasadır, tıpkı yerçekimi, tıpkı suyun
kaldırma kuvveti ya da etoburların avlanmaları gibi…
İkinci bir husus olarak da kuralların değişkenliği
var. Mektubumun bir önceki bölümünde sistemlerin an zamanda kurgulanması
bölümünde anlatmıştım aslında bunu. Sistemler kuralların tümelleri ise eğer, bu
durumda sistemlerin her an değişmesi gerektiği fikri aynı zamanda bu sistemi
oluşturan bütün kurallar için de geçerlidir. Bu nedenle de ahlak, din, adab-ı muaşeret
vs… her daim değişmek zorundadır ama tüm bu sistemlerin yazılı kuralları bile
oluşmuştur değiştirilmesinler diye. İşte bu tam olarak bizlerin gelecekteki
davranışlarına zincir vurmaktır.
Sokrates: Açıkcası ben ikna olmadım. Biri de tutup
diyor ki bacakarası ahlak yasaları türümüzün devamı için uyulması gereken
kurallar bütünüdür. Ahlak biz onu yasalaştırdığımız için zorunluluk olmamıştır,
türümüzün devamı yegane zorunluluk olduğu için ahlak yasalaşmıştır, tıpkı
yerçekimi gibi.
Ali: Halen daha en kökte anlatmak istediğimi
anlayamıyorsun efendi! Nezaket kendinden vardır ya da kendinden yoktur.
Nezaketin olması için bunları yasalaştırmanın bir anlamı yoktur demek
istiyorum. Adab-ı muaşeret kuralları bir bölümü nezaketi de koruması altına
almıştır-zaten ilineksel bağ da bu noktadadır- ama işte tam da burada adab-ı muaşeret
kuralı olduğu için yapılan nezaketten bahsetmiyorum ben! Ben sabah vapura
giderken, bir kedinin doyduğu zaman kenara çekilip diğer kedinin yemeğini
yemesine izin verdiği görüntüyü görüp veyahut da Ay’ın sabah yerini Güneş’e
verişini gören insanın, bunu herhangi bir yasayı uygulayarak değil, kendinden
yaşamına yansıtmasından bahsediyorum. Yani doğanın zorunluluğu olan nezaketten,
içten gelen insan aklının sonucu olan yasalarla belirlenmemiş zorunluluklardan.
Oysaki örneğin bacakarası ahlakı, sadece insan aklıyla oluşturulmuştur, içten
gelen değildir ve bu nedenle her daim içinde çelişkiler barındırır, oysa doğada
çelişki yoktur.
Yine antik çağdan güzel bir örnek vardır bu ahlakın
nasıl da çatışma gösterdiğine ve birbiriyle bütünüyle çeliştiğine ve zamanla
değişmek zorunda olduğuna. Sophokles’in de muhteşem bir şekilde tragedyaya
döktüğü Kral Oidipus’u hatırla Sokrates, yeryüzünde bir insanın çekeceği
acıların tamamını bir günde çeken kralı. Neydi hikayenin son gününde
yaşananlar? Kral’ımız bir anda anlıyor ki çocuklarının anası, sevgili eşi aynı
zamanda kendisini doğuran annesiymiş. Kral’ın güzel eşi-annesi de bir görüyor
ki çocuklarının babası, biricik kocası aynı zamanda diğer çocuklarının
kardeşiymiş. Kraliçe bu acıya dayanamıyor ve kendisini asıyor. Aynı güç içinde
çocuklarının kardeşi, babasının katili olduğunu öğrenen ve sevgili eşi-annesinin
intiharına şahit olan Oidipus, kendi gözlerini iğneyle iğdiş ediyor ve öldüğünde
Hades’in krallığında çocuklarının yüzlerine bakmaktan kurtulmak istiyordu.
Şimdi bu hikayenin aynı dönemlerde biraz daha
doğuda, Avesta’da yazanları kendilerine kural olarak koymuş Zerduştların
topraklarında geçtiğini düşünelim. Avesta’da ensest ilişki kutsal olarak
görülür. Bütün ilahi Krallar, kızkardeşleriyle, yiğenleriyle hatta dul kalırsa
anneleriyle evlenirlerdi. Bu durumda
eğer Oidipus Pers topraklarında yaşıyor olsaydı, annesiyle evlendiğini
öğrendiği gün bu acılar yaşanmayacak ve bu muhtemelen ilahi ve kutlu bir olay
olarak görülecekti. Belki de yeryüzündeki en acı günü yaşayan Kral,
yeryüzündeki en mutlu günlerden birinin kahramanı olacaktı.
Şimdi ahlak ile nezaket arasındaki fark
belirginleşti mi?
Sokrates: Peki Ali, Zerduştlar’ın yanlış bir bilgiye
sahip olmasını, yani yakın akraba evliliğinin türümüzün mahvına sebep olacağı
bilgisinden yoksun olmasını, nasıl oluyor da türümüzün devamlılığı için bunu
kural haline getiren biz Yunanlılar’ın karşısa bir örnek olarak koyuyorsun?
Ali: Yine yanılıyorsun Sokrates, türümüzün
devamlılığı için mutlak koşul olan edimler de zaman içerisinde değişiklikler
gösterir. Çünkü hem yaşantımız hem de türümüz dinamiktir. Biz türümüzün
devamlılığını en başta ensest ilişkiye borçluyuz! Öyle değil mi Adem babacığım?
Eğer senin çocukların birbirleriyle birleşip çocuk sahibi olmasalardı türümüz
daha hiç başlamdan yok olmayacak mıydı? İşte Zerduştlar, belki de bu bilgiye
dayanarak kutsanan ensest ilişkiyi mecbur kılsalardı eğer, günümüzde ensest
ilişkilerden dolayı çeşitlenemeyecektik ve bu sefer de gerçekten türümüzün mahvına
sebep olacaktık.
Sokrates: Her lafa bir cevabın var Ali, merak ettim
acaba önce cevapları hazırlayıp ona göre mi bana sorular sorduruyorsun, yoksa
ben soruları sordukça sen cevaplar mı buluyorsun?
Ali: Efendi Sokrates, müsaade edersen bu soruya
cevap vermeyeyim. Sonuçta bizim zamanlarımızda insanlar, fikirlerinden hoşlanmadıkları
kişilere şizofren yaftası yapıltırmaya bayılırlar ve eğer benim soruna cevabım ikinci
seçenek olursa bu yaftayı yemem büyük bir olasılık olur.
Sokrates: Anlaştık, bu konuda sana hak veriyorum. Artık
biraz daha temkinli olacağım, nezaketle ilgili görüşlerini açıklamanı sevdim.
Her ne kadar düşüncelerine tümden katılmasam da nezaket ve adab-ı muaşeretin
farklı şeyler olduğu konusunda ikna oldum.
Şimdi istersen konfor konusuna geçelim mi? Daha mektubunun başında
konfor için neleri feda ettiğimiz açıklamıştın bize, hani evde akan suyun
bedelinin sadece faturası olmadığını, hayatımızdaki bütün güzellikleri alıp
götürdüğünü. Ama şimdi tutmuş konforlu bir seyahatin ne kadar güzel olduğunu
söylüyorsun. Bu konforlu vapur seyahati için neleri feda ettin istersen biraz
da bunlardan bahset bizlere.
Ali: Sokrates Efendi ama bir konuda anlaşalım, hile
yok! Nezaketle adab-ı muaşeretin farklı şeyler olduğu değildi konu, bu ayrımı
zaten hilebazca sen yoklamıştın. Ortada olmayan konuyu kabul edip diğerlerini
kabul etmediğini söyleme lütfen. Neyse uzatmayacağım. Ben bu cümleni, aslında
görüşlerimi kabul ettiğine yoracağım ve bir Sokrates de ancak bu kadar kabul
eder karşısındakinin görüşlerini dedikten sonra susacağım.
Evet, konfor konusuna geçelim. Sen hatırlattıktan
sonra tekrar dönüp okuma ihtiyacı duydum konfor konusunda söylediklerime.
Aslında haklısın, konfor kelimsesini tam olarak günümüz reklam sektörünün bana
öğrettiği biçimde kullanmışım. Bu kullanımı bir reklamcı görse şöyle bir reklam
panosu asardı hemen iskeleye “Vapurla seyahatlerinizde Jacobs için, kendinizi
şımartın”
Konfor kelimesine verdiğim anlamı serimleyip
ifadenin hakkını teslim etmek niyetindeyim. Bu anlamda sana yakışır bir torun
olarak yine de dik kafalılığımı koruyup bu kelimede ısrarcı olacağım.
Sokrates: Bir saniye dur orda istersen. Ben
duyguların tek kelimeyle bile ifade edilebildiği çağlardan geliyorum. Öğrencim
Platon sadece bir tek kitabında defalarca Logos kelimesini, her seferinde nispeten
farklı anlamlarda kullanarak ifade ederdi kendisini. Vefakat bir kez olsun “Bu
kelimeye burada şöyle bir anlam yükledim demezdi” Meğerki sen, benim ruhumu
buraya getirip bir diyaloğun içine hapsetmeye kalkıştın, hiç olmazsa bizlere
yakışır şekilde devam et yazacaklarına. Tekrar soruyorum, Vapur yolculuğundaki
konfor nasıl oluyor da hayatını güzelleştiren bir olguyken, evinde
buzdolobından aldığın sucuklara tavada bir yumurta kırmayı geri dönülmez
kayıplar olarak görebiliyorsun?
Ali: İşte şimdi tam bir bilge gibi konuştun
Sokrates. Gerçekten de sana hile yapma derken kendim peşinden koşmuşum hileli
anlatımların. O zaman açık ve seçik olarak kendimi ifade etmeye başlasam iyi
ederim kanımca.
Öncelikle ben de konuları tıpkı sizler gibi ekseri
olarak olmak ve olmamak yani karşıtlık ilkesiyle anlamaya çalışırım. Bence
düşünce dünyasının çoban matı gibi bir tekniğidir bu felsefik problemler
karşısında. Ancak rakip, yani çözülmeyi bekleyen problem zor ise bu teknik
hiçbir işe yaramaz ve çoban matı denemesi birkaç hamle ziyanından öteye gidemez.
Şöyle ki konforu zıttı olan konforsuz ile karşılaştırıp burdadan olumlu ve
olumsuz halleri çıkartmak ne yazık ki namümkün. Birşey var ise yok değildir,
yok ise var değildir ama gel gör ki konfor varken bile belki de yoktur. Konforun
olmadığı durum farklı bir bakış açısıyla aslında konforlu durum haline
gelebilir. Örneğin dev ekran bir televizyona sahip olmak bir noktasında konforu
temsil ederken diğer yandan televizyonun olmaması, yerine üstad Sterne’nin
tabiriyle başka bir boş zaman beygiri koyma şansını yaratacağından, bir anda
hayat kalitesinin artmasına sebep olabilir. Sanırım kalite de konforun yapı
taşı olsa gerek. Bu durumda mutlak bir
konfor ve konforsuzluk halinden bahsetmek mümkün değil.
Konfora anlamını veren biraz da kişilerin beklenti
ve öncelikleridir. Sanırım tam olarak beni ikilemde gösteren nokta da bu,
öncelikler üzerine olan eleştrilerimi, önceliklerin bir sebebi değil de sonucu
olan konfor algısı üzerinden yapıyor olmam. Bu anlamda müsaade edersen anlatımı
daha çok önceliklerimiz üzerinden sürdürmek ve en sonunda konfora bağlamak
isterim.
Sokrates: Ama benim cahil evladım hiç mi farkına
varamıyorsun, diyalektikle açıklayamayacağın bir konu olduğunu düşündüğün
konforu, daha da içinden çıkılmaz bir kavram olan önceliklerle açıklama
çabasına giriyorsun? Konfor’u daha karşıtı üzerinden açıklayamadın ki doğada
karşıtıyla açıklamanayacak hi bir mefhum yoktur, nasıl olacak da öncelikler
konusunu tanımlayacaksın? Sana küçük bir sır vereyim mi önceliği belirleyen şey
kıyastır ve öncelik kişinin kendi kıyaslarıyla belirlenir? Sen ki herşeyi
görecelendiriyorsun, bu gidişle nasıl bu kadar göreceli bir mefhumu bana
anlatacaksın merakla bekliyorum.
Ali: Aslında yine bana bir güzellik yapıp kıyas
kelimesini koymuş olman belki de hayatımı kurtaracak bu konuda. İşte tam da bu
nokta, seni ve beni birbirimizden ayıran efendi. Mefhumun anlam olarak tanımı,
aslında tam olarak onun varolmasına sebep olan herşeyi kapsar. Mefhumların
varlığı kesinlikle görecelidir, görecelilik de burada kıyasın varlığından
ziyade değişkenliğini gösterir. Konu mefhumlar olduğunda elbetteki herşey kıyasla
anlaşılır. Mesela “ön” kelimesinin anlamı oldukça net birşeyi ifade eder. Bir
şey ya öndedir ya değildir. Bu anlamda “önde olmak” her daim anlaşılmak için
“önde olmama” ya ihtiyaç duyar. Bu durumda öncelikler de elbette ki kıyasla
anlaşılabilen bir şeydir. Benim hayatımdaki önceliklerim dediğimde de, öncelik
olmayanlarla ancak anlamını bulur. Vefakat konfor kelimesine anlamını veren şey
konforsuzluk değildir. Konfor kendi başına varolur ve anlamına kavuşması için
konforsuzluğa ihtiyaç duymaz.
Şimdi bu noktada konforu ikiye bölmeli. Önce eseslı
bir tanımını yapmalı.. Zevklerimiz konfor mudur? Yoksa bedenimizin
ihtiyaçlarını karşılamak mıdır konfor ya da vaktimizi bize ayıracak makinelerle
iş bölümü yaparak hayatımızı uzatmak mıdır konfor. Keyif için olan kısmı,
gereklikeri , hayatı bize ayırcak kısmı sağlam bir şekilde birbirinden
ayırmalı….
Sokrates: Konfor kelimesinin de kendi klasmanındaki
birçok kelime gibi aslında tek bir anlamı vardır. Onun ne olduğunu da sen de
ben de gayet iyi biliyoruz. Konfor pratikliktir, konfor günlük hayatı
güzelleştirmektir. Konfor benim cahil evladım maddi olarak hayatı
kolaylaştırmaktır. Tıpkı bozulmasın diye saklayabildiğin etinin korumacısı
buzdolobın gibi..
Ali: O zaman ben kelimeye kesinlikle başka anlam
yükledim efendi Sokrates. Ben konforu biraz da ruhumla özdeşleştirdim. Ben
geceleri sessiz bir dünyada huzurla düşünebilmek olarak yorumladım, ya da sıkış
tıkış bir trafikte seyahat etmektense vapurda çayımı yudumluyarak vapur
yolculuğu yapmaktı benim için konfor.
Sokrates: Evladım anlatmak istediğin birşeyler var.
Belli ki rahatlığı konforla karıştırdın. Sonrasında önceliklerini devreye
soktun. Sen bizlere şunu demek istedin, ben konforuma karşılık huzurlu bir
hayatı seçtim, benim vapur yolculuğumda huzur ve rahatlık var ama kaşılığında
hayatımı kolaylaştıran bir çok maddi şeyden vaz geçtim ve önceliklerimi bu
şekilde belirledim. İşte farkındaysan herşeyi birbirine karşılık ve birbirine
tercih olarak ortaya koydun. Yaşamı anlamada tek rehberin diyalektiği sana bir
rehber olarak altın tepside sunuyorum evladım, al kana kana iç şu tastan ve
kurtul artık bu anlam yoksunluğundan..
Ali: Efendi Sokrates, önemli olan mecalimi
diyalektikle mi yoksa yapı sökümle mi ya da çekiç darbeleriyle mi anlattığım
değildir. Sonuçta bunlar sedece düşüncenin anlaşılabilmesi için birer aygıttır.
Burada kullandığım biçimiyle de birer retorik yöntemlerdir. Benim dağıldığım
nokta beden, akıl ve ruh denkleminde konforu nereye koyduğumdur. Konuyu
öncelikler üzerinden anlatmak istemem de bu yüzdendi. Benim önceliklerden kastettiğim
olayların benim için öncelliği ya da sonra gelişi değildi. Konforun hangi
parçama hitap edeceğiydi.
Baştan alalım konfor nedir? Lütfen bana yine
konforun tek anlamı var bedenimiz için pratikliklerdir deme. Daha biraz önce
sen belirttin bir kelimenin onlarca faklı anlamda kullanıldığı çağlardan geldiğini.
Müsaade et ben de konfor kelimesini birden çok anlamda kullanayım.
Sokrates: Logos’un çok anlamlılığı ile konforu nasıl
bir tutarsın evladım? Birisi tümden soyut olan birçok şeyi tanımlamak için
kullanılan, kaldı ki bütün kullanımlarının kendi arasında bağıntısının olduğu
bir kelime iken, diğeri sadece insanın günlük hayatını kolaylaştırmasını temsil
eden bir tanımdır. Konfor insanın hayatını kolaylaştırır, güzelleştirir, bunun
ötesinde bir anlam yükleyemezsin.
Ali: O zaman tekrar baştan alalım, konfor insanın
hangi parçasına hitap etmektedir? Yani ben kendimin beden, akıl ve akıl-beden
arasındaki gitgeller olan ruhtan ibaret olduğumu söylerken konforu çok anlamlı
kullanmıyorsam bile konforun hitap ettiği parçamı çoklayamaz mıyım?
Sokrates: Bir de bana derlerdi, Sokratesle çok
konuşmayın, lafı evirip çevirip sonunda kendisini haklı çıkartır diye. Sanırım
torunlarım benden daha cebbal bu konuda. Bu noktada söyleyeceklerini merak
ettiğimi belirtmem gerekiyor. Evet, eğer ki kendi “ben” ini parçalara bölüyor
ve bu parçalar üzerinden devam etmek istiyorsun seni dinliyorum. Sakın bana
konfor aklıma hitap ettiği zaman şöyle ama bedenime hitap ettiği zaman böyle
deme! Bu gerçekten tamamen seni bağlar ve ne yazık ki evladım genellemeye
gidemediğin düşüncelerini kâğıda dökmenin bir anlamı yoktur. Bunlar sadece
senin kafanda kalsa da olur. Tabi bu yazılanları sadece kendine saklamayacaksan
ki gördüğüm kadarıyla hiç de bu minvalde ilerlemiyor denemen.
Ali: Ne bedenim burada “ben”, ne de aklım efendi,
ruhumdan bahsediyorum hani şu beden akıl dengesi olarak tanımladığım ruhumdan.
Ben ruhumu rahatlatan konfordan bahsediyorum.
Uzun uzadıya bir örnek vermek istiyorum çünkü sen de
biliyorsun, soyut düşünceler günlük hayatla, yani bizim için karşılığı olan
edimlerle örneklendirilirse, akılda uçup gitmektense ayakları yere basar, yani
aklın yerçekimine kapılırlar.
Benim evimde, hemen hemen herkesin evinde bulunan
bulaşık makinesi yok. Bu aletten yoksun olmamın sebebi de mutfakta yeterli
alanımın olmaması. Bu evi seçerken daha doğrusu bu yaşam şeklini seçerken, bunu
göze almıştım. Şimdi bulaşık yıkamak gibi angarya bir işi ben kendim yapmak
zorundayım, oysaki bir makinem olsaydı bunu o makine yapacaktı ve bu edime
ayırdığım zaman da bana kalacaktı. Aynı zamanda evimde televizyon da yok.
Televizyon da konforlu bir hayat sunabilirdi bana. Örneğin, bir belgeseli
görüntü ve sesleriyle içime işleyecek bir şekilde hem görsel hem işitsel olarak
zihnimde imgeleyecekti. Ya da yine kendisini ifade etmenin hazzına kavuşmuş bir
yönetmenin içindekileri yine görüntülü ve sesli olarak soğurabilme şansım
olacaktı. Peki, günümüzde konforun esiri olduğunu iddia ettiğim köleler ne
yapıyor biliyor musun? Gerçekten de bulaşıklarını kendileri yıkamıyorlar ve bir
makineye yıkatıyorlar ve sonrasında dev ekranlı televizyonlarının başına geçip
her gün aynı tekrarlardan kurulu bir programlar silsilesine ağızlarının
kenarından su akıtarak eşlik ediyorlar. Peki, bu zamanlarını onlara veren
pratiklik, konfor döngüsü nedeniyle, sonrasında o zamanlarını onlardan
ziyadesiyle çalmıyor mu? Ya da
televizyon yayınlarından yapılan yanlı gösterimler, çok daha kötüsünü, kıl
özgürlüklerini ellerinden almıyor mu? Bu konuyu çok daha uzun anlatacağım
aslında, basın ve medyaya ilişkin çok parlak fikirlerim var ancak bunları seni
bu mektuptan uğurladıktan sonra, yeri geldiğinde yazacağım.
Ne diyordum efendi Sokrates, ben dün akşam bulaşık
yıkarken gerçekten de vakit kaybettim ve bunu hergün yapıyorum. Ama belki
bedenimin bu edime ihtiyacı vardı bunu hiç düşünüyor muyuz? Bu yazıda
yazacaklarımın bir kısmı dün bulaşık yıkarken aklıma geldi. Bulaşık yıkarken insan
kendisi ile başbaşa kalabiliyor. Sürekli önünde akan su, kirli ve yağlı
parçaların senin sayende tertemiz oluşunu seyretmek ve bunun bir parçası olmak
ve tüm bunları yaparken tamamen zihninle başbaşa kalmak. Söyle bana bilge
Sokrates, bu ruhuma sağladığım bir konfor değil midir?
Sokrates: Dur bakalım evlat, bu yaptığın olaylara
pozitif bakış oyunu. Eğer istersen o çok söylendiğin televizyon seyrinden de
kendine pozitif bir anlam çıkartabilirsin. “Televizyon seyrederken en azından
günde bir kaç saat aklımın hükümdarlığından kurtuluyorum ve zihnimi
boşaltabiliyorum” gibi mesela.
Ali: Sokrates, biz senden yüzyıllar sonra neyi
keşfettik biliyor musun? İnsanların
mutluluğunun formüllerini! Sizler için yegane felsefe konusu, insanların bir
arada nasıl yaşayabilecekleri ve birbirleriyle ilişkilerinin nasıl
düzenlemeleri gerektiğiydi. Oysaki sizin o müthiş idealizminiz sayesinde bütün
dünya çok korkunç yüzyıllar geçirdi, neyse bunu bilemezdiniz elbette. Akabinde,
bu korkunç yüzyıllar sonunda aydınlanma çağı geldi ve bir bilge çıkıp bizlere
kişilerin mutluluğa nasıl kavuşması gerektiğinin de önemli olduğunu gösterdi.
Hem de bunu gösterdiği kitabına ethica adını verdi. Yani ahlak sadece
birbirimizle olan ilişkilerimizi zararsız atlatmamız değildi artık, ahlak aynı
zamanda bir aradan nasıl mutlu olabileceğimizdi de, mutluluk ve hisler de
girmişti yane devreye. İşte o düşünür insanın kendisini ifade etmesinin onun öz
mutluluğu için ne kadar büyük bir kaynak olduğunu o kadar güzel serimledi ki önümüze,
yüzyıllar boyunca bütün filozofların da yapmak istediği, yapıyor olduğu şeyi
yani. İnsanın kendisini ifade edebilmesi. Televizyonda boşaltılan o kafa var ya
o kafa, işte insanlardan konfor adı altında, yegane mutluluk kaynağını alıyor
ve işte bu yüzden benim bulaşık yıkarken kendimi sana nasıl ifade edeceğimi
bulmam ve bundan yaşadığım biricik hazla sakın karşılaştırma.
Sokrates: Hiç farketmez evladım. Söylediklerinin özü
şudur, konforlu yaşam senin kullanım alışkanlıklarına göre avantaj ya da
dezavantaj olur. Konforu dezavantaj yapan senin basiretsizliğin ya da basiretle
davranışın olur. Bu noktada senin bahsettiğin sorunun kaynağını konforda değil
de konforun yaşamlarınızdaki yerinde aramalısın
Ali: Söylediklerinin aksi iddia edilemez elbette ama
sen de konfor döngüsünü hafife alıyorsun. Yani bugün öyle bir algı oluşmuş
durumda ki, konforlu yaşam bir bütün olarak ele alınmalıdır yani bize konforu
verip zamanı bize bırakan aletler aynı zamanda bizden konforu alan mekanizmanın
sonucu haline geliyor. Bugün hangi model bulaşık makinesinin bize daha çok
zaman ayırabileceğinin bilgisini ancak televizyonlarda reklam kuşaklarını takip
ederek ulaşabileceğimiz bir kandırmacalı yayından alabiliyoruz sanki.
Efendi söylemek istediklerimi tekrar toparlamak
isterim. Vapur yolculuğu benim için bir konfordur. Çünkü güne elimde kahvem,
mis gibi deniz havasında ve karabatakların suya paralel uçuşlarını seyrederek
başlamak kelimenin hangi anlamını olursa olsun ruhuma sağlayacağım en büyük
konfordur. Karşılığında gece dışarı çıkamamayı, eşden dostan uzak durmayı ve
hatta bulaşıklarımı elimde yıkamayı tercih ettiysem de bu konfordan
vazgeçişlerimdir.
Son söz olarak şunu demek isterim, benim için vapur
yolculuğu ile güne başlamak, doğanın güzelliklerini seyrederek günü
sonlandırmak ve makinelerin gürültüsünden arınmış, derin bir sessizlikte sadece
doğayı dinleyerek hayaller içinde uykuya dalmak ruhuma sağladığım konforu ifade
eder.
Sokrates: Peki, dediğin gibi olsun. O zaman Ruhunun
bedeninin hapsinden kurtulup bizlerin yanına geleceği ve gelecek yüzyıllarda
bazen çağrılıp kitapların içinde hapsedileceği zamanlarda görüşmek dileğiyle.
Ali: Ruhun şaad olsun Sokrates, yine gel..