25 Aralık 2018 Salı

Nezaket, adab-ı muaşeret, konfor ve özgürlükler üzerine bir diyalog


Sokrates: Ali, şimdi tam anlayamadığım bir iki nokta var. Sanırım sen çok bilge ve birçok kavramı çözmüş bir insansın (dikkatini çekerim adem babacım Sayın Sokrates aslında şu an benimle dalga geçiyor). Sürekli, insanların aklının, bedenlerinin gardiyanı olduğunu dile getiriyor ve bunu yaşamımız için olumsuz bir şey olarak ileri sürüyorsun. Bununla da kalmıyor nezaket kurallarının, bizlerin aramızdaki ilişkilerinde, aşılması gerken bir sorun olduğunu defalarca dile getiriyorsun. Beni aydınlatacağını ve aklımdaki küçük soruları şıp diye cevaplayacağını biliyorum. Bu cevaplarından ve beni aydınlattıktan sonra da seve seve senin fikirlerinin peşinden gitmeye hazırım. Ama şimdi tutmuş, insanların akıllarıyla yakaladıkları nezaket ve konfor olgularını olumluluk nedeni olarak karşımıza getiriyorsun. Hangisi doğru nezaket bizlerin hayatlarını güzelleştiriyor mu? Yoksa nezaket yüzünden yaşamlarımızda özgürlüklerimizden gönüllü olarak feragat mi ediyoruz?

Ali: Sevgili büyüğüm Efendi Sokrates, öncelikle şunu belirtmek isterim ki sen fikirlerimin peşinden gelmesini isteyeceğim en son insansın. Zaten fikirlerimin peşinden birinin gelmesi kimin uğrunda, bu ironik iltifatlarını kendi EGO’na sakla. Ayrıca sen, en saf ideaları bile kendince yoğurup elde ettiğin farmakon’u insanlara bir deva olarak sunarsın, bunu iyi bilirim. Ama biz öğrencin Platon’un anlattıklarından da biliriz ki, farmakon hem deva hem de zehir demektir ve yine biz artık biliyoruz ki senin zehrin, senden sonraki bütün çağlarda düşünsel hayatı, artık üzerinde ot bitmeyen çorak bir araziye dönüştürdü. Neyse, konu senin insanların zihnine ektiğin o evrensel doğru zehrinin tohumu değil, benim düşüncelerime olan itirazların. Demek nezaket ve konfor benim sürekli eleştirdiğim ama şimdi de yaşamımı güzelleştiren bir olgu olarak sunduğum şeyler. İki konuyu ayrı ayrı ele alalım istersen. Bu hilelerinle başa çıkmada, çağındaki o saf Yunanlılar acemi olabilir ama biz yüzyıllar içinde senin yolundan giden Ortodoks (bu diyalog boyunca dindarlar, sosyalistler, Kemalistler, Leninistler vs.. bütün ideoloji sahipleri Ortodoks kelimesiyle tek seferde ifade edilecektir.)  nesiller sayesinde biraz tecrübe kazandık hileyle yapılan diyalektiklere. Konfor ve nezaket kökenlerinde insan aklının ürünü olmaları bakımından ortak bir noktaya sahip olsalar da ayrı ayrı ele alınması gereken konular. Kaldı ki bu mektubumdaki herşey insan aklı paydasında birlikte ele alınabilir ve bu da bizi kurgusu imkânsız bir yere götürür di mi ama?

Sokrates: Evladım Ali, konuşmalarında bir kin sezinliyorum ve bunun nedenine inmeyi ve bu insanlık düşmanı kin duygun yüzünden seni küçük düşürmeyi hiç istemiyorum. Dediğin gibi olsun, konuları ayrı ayrı ele alalım. Öncelikle sürekli adab-ı muaşeretin bizleri nasıl esir ettiğinden bahsediyordun ama şimdi tutmuş vapur seyahatinin bu kurallar sayesinde nasıl güzelleştiğini söylüyorsun. Bunlardan hangisi senin gerçek düşüncelerin ya da ikisi de mi senin düşüncen yani bir şey hem seni esir edip hep de seni mutlu mu kılıyor. Bunun tek yolu var, o da esirliğinden mutluluk duyman olabilir. Bu da bir yol tabi ama mektubunu inceleme fırsatım oldu ve bir yerde insanların kendi esaretlerini, kendi elleriyle istemlerine de atıfta bulunup bu edimi olumsuzlamıştın. Hani şu üzerine kapının kitlenmesini isteyen köleler bölümü..

Ali: Sayın büyüğüm, kendimi ve düşüncelerimde çelişki olmadığını sana anlatmaya çalışacağım ama sırf bu noktaya yani kendimi ifade etmeye odaklanıp retorik saptırmalarını görmezden gelmeyeceğim. Çünkü benim bir noktada kendime işgüzarca yüklediğim misyon, senin ve senin tarzını benimseyen bütün ortodoksların sahtekarlıklarını deşifre etmek.
İlk cümlenle başlayalım. Zaten bütün diyalog boyunca muhtemelen aynısını yapacaksın çünkü sen hep aynısını yaparsın. Kin duygusunun insanlık düşmanı olduğu ön kabulüyle benim bu duyguya sahip olmamın beni küçük düşüreceği çıkarımını yapıyorsun ama koyduğun dayanak noktası zaten sana ait. Günümüzde bunu senin muhafazakâr torunların da sıklıkla yaparlar. Şöyle sorarlar mesela: “Şimdi sen, dış mihrakların maşası Gezi eylemcilerinin, gerçekten ağaç için mi orada eylem yaptığını düşünüyorsun” Yani dış mihrak maşası olma koşulunu uydurup sonrasındaki iddialarını bu koşula dayandırma teknikleri, hilebazlığın bu kadar ucuzcası. Diyelim ki kin gerçekten de bir noktasında insanlık düşmanı bir hissiyat -ki insana ait olan hiçbir hissiyat teknik olarak yine insanın düşmanı olamaz, kendinde varolan kendinin mahvına gitmez- peki bu hissiyatı duyumsayan mı utanç duymalı yoksa bu kinin nesnesi olan kin duyulan kişi mi? Şu ucuz “seni küçük düşürmek istemiyorum”  yaklaşımını sana yakıştıramadım.  Evet, gerçekten de hem benim küçük düşmem gerektiği bilgisini ortaya sunarak beni küçük düşürdün hem de bunu yapmayan insan olarak kendini yücelttin, bravo.
Aslında konuların ayrı ayrı ele alınması gerektiğini sen de biliyorsun ve bir noktada buraya geleceksin ama öncesinde bir girişgahla retorikte psikolojik üstünlüğü ele almaya çalışıyorsun. Olmadı Sokrates Efendi, dediğim gibi biz yüzyıllardır bu ortadoks diyalektlere aşinayız.

Sokrates: Peki şimdi ben miyim laf kalabalığı yapıp retorik teknikler uygulayan yok sa sen mi benim küstah evladım. Bir araba laf ettin ama soruma en küçük yanıt bile vermedin, tekrar soruyorum mademki nezaket kurallarına uyma edimi yüzyıllar içerisinde bizleri köle yaptı, neden şimdi vapur yolculuğunu, diğer tüm yolculuklara yeğ tutma sebeplerinden en önemlilerinden biri olarak bu kuralları gösteriyorsun? İnsan bir günü anlatırken bu kadar çelişiyorsa ya hayatı anlatmaya kalksa bunun altından nasıl kalkar?

Ali:  Direkt olarak söyleyeyim o vakit. Ben, hayatımızı zorlaştıran kurallar bütünü olan ahlak kurallarına karşı çıktım. Adab-ı muaşeret kuralları da kesinlikle tıpkı dinler ya da senin koyduğun erdemli insan davranış kuralları gibi ya da Eski Roma yasaları gibi, çıkış amacı insanların hayatlarını güzelleştirmek olan ama sonuç olarak insanların birlikte yaşamlarının mahvı olmuşlardır, bu fikrimin şimdilik arkasında olacağım. Daha önce Türkçesini yazmıştım ama hadi eski Yunancasını da yazayım ki, bu düşüncemin temelini sizin döneminiz ne kadar güzel açıklamış gör. Belki de bu söz sana ait tam bilmiyorum ama bizlerin yaşamlarını düzenleyecek her yasa sonrasında bizlerin yaşamlarının zorunluluğu olmaktadır.
τοις μέν δούλοις ή άνάγκη νόμος, τοις δέ έλευθέροιο άνθρώποις ό νόμος άνάγκη.
(Bir yandan kölelerin zorunlulukları yasalardır, diğer taraftan yasalar, özgür adamların uyması gereken kurallardır)
Matemetiksel olarak köleler için koyduğunuz yasalar bile teknik olarak siz özgür insanların zorunlulukları haline geliyorsa, bir de kendi yaşantımızı düzenlemek için koyduğumuz yasaları düşün.
Ben nezaket kelimesini kullanmışken senin bunu adab-ı muaşeretle eş tutup sonrasında bana eş tuttuğun kavram üzerinden eleştiri getirmen de yine güzel bir retorik oyun olsa gerek.  Nezaketle adab-ı muaşeret kesinlikle aynı şey değildir ama ilineksel bağıntıları vardır bunu da yadsımıyorum. Nezaket, insanların birbirleriyle karşılaşma anlarında, karşı tarafın bedenini ya da ruhunu incitmeden bu karşılaşma anını kotarmalarıdır. Bu incitmeme edimi içten gelir, çünkü insan bu karşılaşma anını minumum zarar ve maksimum fayda ile atlatmak peşindedir, çünkü ondaki sonsuzluğun, sonluluğa dönüşünün ete kemiğe bürünmüş karşılığıdır, karşısındaki. Bilir ki, bir insan diğer insana, kendine de zarar vermeden zarar veremez. Nietzsche ve Schoupenheuer’un da belirttiği üzere güç ve istenç karşısında durmamak ve bunların akıp gitmesine izin vermek varoluşsal olarak zorunluğumuzdur. İşte nezaket, insanların birbirlerinde bulunan bu istencin karşısında durmamaktır.

Sokrates: Peki bir nokta benim için halen daha tam oturmadı. Nasıl oluyor da diğer tüm kurallar insanların zorunlulukları olmaları açısından olumsuz oluyor da nezaket konu olduğunda kuralların olmayışından bahsedilebiliyor ve bu nezaket mefhumu zorunluluk olmak açısından bir olumsuzluk arz etmiyor? Sonuçta toy evladım, ister adına ahlak de ister nezaket ne farkeder ki işin ucunda uyulması gereken kurallar olduktan sonra farklı kelimeler farklı tanımlar küçük nüanslardan öteye gidemez ki!

Ali: Burada iki nokta var Efendi Sokrates, birincisi yasalar yaşantımızda her daim vardır, zorunluluklar da öyle. Örneğin yerçekimi yasası her daim vardır ve sen ne yaparsan yap yerçekimini oluşturan ortam değişmedikçe bu yasa geçerliliğini sürdürür. Burada doğanın zorunluluğunun adıdır yasa, yani sadece tanımdır. Yerçekimi, yasalaştığı için zorunluluk değildir, zorunluluk olduğu için yasadır. Tıpkı güçlerin karşılaşma anında birbirlerine yol vermelerinin varoluşları için olumlu olması gibi, burada nezaket, tanımlandığı için uyulması gereken kurallar değildir, uyulması varoluşlarımızı olumladığı için doğal bir yasadır, tıpkı yerçekimi, tıpkı suyun kaldırma kuvveti ya da etoburların avlanmaları gibi…
İkinci bir husus olarak da kuralların değişkenliği var. Mektubumun bir önceki bölümünde sistemlerin an zamanda kurgulanması bölümünde anlatmıştım aslında bunu. Sistemler kuralların tümelleri ise eğer, bu durumda sistemlerin her an değişmesi gerektiği fikri aynı zamanda bu sistemi oluşturan bütün kurallar için de geçerlidir. Bu nedenle de ahlak, din, adab-ı muaşeret vs… her daim değişmek zorundadır ama tüm bu sistemlerin yazılı kuralları bile oluşmuştur değiştirilmesinler diye. İşte bu tam olarak bizlerin gelecekteki davranışlarına zincir vurmaktır.

Sokrates: Açıkcası ben ikna olmadım. Biri de tutup diyor ki bacakarası ahlak yasaları türümüzün devamı için uyulması gereken kurallar bütünüdür. Ahlak biz onu yasalaştırdığımız için zorunluluk olmamıştır, türümüzün devamı yegane zorunluluk olduğu için ahlak yasalaşmıştır, tıpkı yerçekimi gibi.

Ali: Halen daha en kökte anlatmak istediğimi anlayamıyorsun efendi! Nezaket kendinden vardır ya da kendinden yoktur. Nezaketin olması için bunları yasalaştırmanın bir anlamı yoktur demek istiyorum. Adab-ı muaşeret kuralları bir bölümü nezaketi de koruması altına almıştır-zaten ilineksel bağ da bu noktadadır- ama işte tam da burada adab-ı muaşeret kuralı olduğu için yapılan nezaketten bahsetmiyorum ben! Ben sabah vapura giderken, bir kedinin doyduğu zaman kenara çekilip diğer kedinin yemeğini yemesine izin verdiği görüntüyü görüp veyahut da Ay’ın sabah yerini Güneş’e verişini gören insanın, bunu herhangi bir yasayı uygulayarak değil, kendinden yaşamına yansıtmasından bahsediyorum. Yani doğanın zorunluluğu olan nezaketten, içten gelen insan aklının sonucu olan yasalarla belirlenmemiş zorunluluklardan. Oysaki örneğin bacakarası ahlakı, sadece insan aklıyla oluşturulmuştur, içten gelen değildir ve bu nedenle her daim içinde çelişkiler barındırır, oysa doğada çelişki yoktur.
Yine antik çağdan güzel bir örnek vardır bu ahlakın nasıl da çatışma gösterdiğine ve birbiriyle bütünüyle çeliştiğine ve zamanla değişmek zorunda olduğuna. Sophokles’in de muhteşem bir şekilde tragedyaya döktüğü Kral Oidipus’u hatırla Sokrates, yeryüzünde bir insanın çekeceği acıların tamamını bir günde çeken kralı. Neydi hikayenin son gününde yaşananlar? Kral’ımız bir anda anlıyor ki çocuklarının anası, sevgili eşi aynı zamanda kendisini doğuran annesiymiş. Kral’ın güzel eşi-annesi de bir görüyor ki çocuklarının babası, biricik kocası aynı zamanda diğer çocuklarının kardeşiymiş. Kraliçe bu acıya dayanamıyor ve kendisini asıyor. Aynı güç içinde çocuklarının kardeşi, babasının katili olduğunu öğrenen ve sevgili eşi-annesinin intiharına şahit olan Oidipus, kendi gözlerini iğneyle iğdiş ediyor ve öldüğünde Hades’in krallığında çocuklarının yüzlerine bakmaktan kurtulmak istiyordu.
Şimdi bu hikayenin aynı dönemlerde biraz daha doğuda, Avesta’da yazanları kendilerine kural olarak koymuş Zerduştların topraklarında geçtiğini düşünelim. Avesta’da ensest ilişki kutsal olarak görülür. Bütün ilahi Krallar, kızkardeşleriyle, yiğenleriyle hatta dul kalırsa anneleriyle evlenirlerdi.  Bu durumda eğer Oidipus Pers topraklarında yaşıyor olsaydı, annesiyle evlendiğini öğrendiği gün bu acılar yaşanmayacak ve bu muhtemelen ilahi ve kutlu bir olay olarak görülecekti. Belki de yeryüzündeki en acı günü yaşayan Kral, yeryüzündeki en mutlu günlerden birinin kahramanı olacaktı.
Şimdi ahlak ile nezaket arasındaki fark belirginleşti mi?  

Sokrates: Peki Ali, Zerduştlar’ın yanlış bir bilgiye sahip olmasını, yani yakın akraba evliliğinin türümüzün mahvına sebep olacağı bilgisinden yoksun olmasını, nasıl oluyor da türümüzün devamlılığı için bunu kural haline getiren biz Yunanlılar’ın karşısa bir örnek olarak koyuyorsun?

Ali: Yine yanılıyorsun Sokrates, türümüzün devamlılığı için mutlak koşul olan edimler de zaman içerisinde değişiklikler gösterir. Çünkü hem yaşantımız hem de türümüz dinamiktir. Biz türümüzün devamlılığını en başta ensest ilişkiye borçluyuz! Öyle değil mi Adem babacığım? Eğer senin çocukların birbirleriyle birleşip çocuk sahibi olmasalardı türümüz daha hiç başlamdan yok olmayacak mıydı? İşte Zerduştlar, belki de bu bilgiye dayanarak kutsanan ensest ilişkiyi mecbur kılsalardı eğer, günümüzde ensest ilişkilerden dolayı çeşitlenemeyecektik ve bu sefer de gerçekten türümüzün mahvına sebep olacaktık.

Sokrates: Her lafa bir cevabın var Ali, merak ettim acaba önce cevapları hazırlayıp ona göre mi bana sorular sorduruyorsun, yoksa ben soruları sordukça sen cevaplar mı buluyorsun?

Ali: Efendi Sokrates, müsaade edersen bu soruya cevap vermeyeyim. Sonuçta bizim zamanlarımızda insanlar, fikirlerinden hoşlanmadıkları kişilere şizofren yaftası yapıltırmaya bayılırlar ve eğer benim soruna cevabım ikinci seçenek olursa bu yaftayı yemem büyük bir olasılık olur.

Sokrates: Anlaştık, bu konuda sana hak veriyorum. Artık biraz daha temkinli olacağım, nezaketle ilgili görüşlerini açıklamanı sevdim. Her ne kadar düşüncelerine tümden katılmasam da nezaket ve adab-ı muaşeretin farklı şeyler olduğu konusunda ikna oldum.  Şimdi istersen konfor konusuna geçelim mi? Daha mektubunun başında konfor için neleri feda ettiğimiz açıklamıştın bize, hani evde akan suyun bedelinin sadece faturası olmadığını, hayatımızdaki bütün güzellikleri alıp götürdüğünü. Ama şimdi tutmuş konforlu bir seyahatin ne kadar güzel olduğunu söylüyorsun. Bu konforlu vapur seyahati için neleri feda ettin istersen biraz da bunlardan bahset bizlere.

Ali: Sokrates Efendi ama bir konuda anlaşalım, hile yok! Nezaketle adab-ı muaşeretin farklı şeyler olduğu değildi konu, bu ayrımı zaten hilebazca sen yoklamıştın. Ortada olmayan konuyu kabul edip diğerlerini kabul etmediğini söyleme lütfen. Neyse uzatmayacağım. Ben bu cümleni, aslında görüşlerimi kabul ettiğine yoracağım ve bir Sokrates de ancak bu kadar kabul eder karşısındakinin görüşlerini dedikten sonra susacağım.
Evet, konfor konusuna geçelim. Sen hatırlattıktan sonra tekrar dönüp okuma ihtiyacı duydum konfor konusunda söylediklerime. Aslında haklısın, konfor kelimsesini tam olarak günümüz reklam sektörünün bana öğrettiği biçimde kullanmışım. Bu kullanımı bir reklamcı görse şöyle bir reklam panosu asardı hemen iskeleye “Vapurla seyahatlerinizde Jacobs için, kendinizi şımartın”
Konfor kelimesine verdiğim anlamı serimleyip ifadenin hakkını teslim etmek niyetindeyim. Bu anlamda sana yakışır bir torun olarak yine de dik kafalılığımı koruyup bu kelimede ısrarcı olacağım.

Sokrates: Bir saniye dur orda istersen. Ben duyguların tek kelimeyle bile ifade edilebildiği çağlardan geliyorum. Öğrencim Platon sadece bir tek kitabında defalarca Logos kelimesini, her seferinde nispeten farklı anlamlarda kullanarak ifade ederdi kendisini. Vefakat bir kez olsun “Bu kelimeye burada şöyle bir anlam yükledim demezdi” Meğerki sen, benim ruhumu buraya getirip bir diyaloğun içine hapsetmeye kalkıştın, hiç olmazsa bizlere yakışır şekilde devam et yazacaklarına. Tekrar soruyorum, Vapur yolculuğundaki konfor nasıl oluyor da hayatını güzelleştiren bir olguyken, evinde buzdolobından aldığın sucuklara tavada bir yumurta kırmayı geri dönülmez kayıplar olarak görebiliyorsun?

Ali: İşte şimdi tam bir bilge gibi konuştun Sokrates. Gerçekten de sana hile yapma derken kendim peşinden koşmuşum hileli anlatımların. O zaman açık ve seçik olarak kendimi ifade etmeye başlasam iyi ederim kanımca.
Öncelikle ben de konuları tıpkı sizler gibi ekseri olarak olmak ve olmamak yani karşıtlık ilkesiyle anlamaya çalışırım. Bence düşünce dünyasının çoban matı gibi bir tekniğidir bu felsefik problemler karşısında. Ancak rakip, yani çözülmeyi bekleyen problem zor ise bu teknik hiçbir işe yaramaz ve çoban matı denemesi birkaç hamle ziyanından öteye gidemez. Şöyle ki konforu zıttı olan konforsuz ile karşılaştırıp burdadan olumlu ve olumsuz halleri çıkartmak ne yazık ki namümkün. Birşey var ise yok değildir, yok ise var değildir ama gel gör ki konfor varken bile belki de yoktur. Konforun olmadığı durum farklı bir bakış açısıyla aslında konforlu durum haline gelebilir. Örneğin dev ekran bir televizyona sahip olmak bir noktasında konforu temsil ederken diğer yandan televizyonun olmaması, yerine üstad Sterne’nin tabiriyle başka bir boş zaman beygiri koyma şansını yaratacağından, bir anda hayat kalitesinin artmasına sebep olabilir. Sanırım kalite de konforun yapı taşı olsa gerek.  Bu durumda mutlak bir konfor ve konforsuzluk halinden bahsetmek mümkün değil.
Konfora anlamını veren biraz da kişilerin beklenti ve öncelikleridir. Sanırım tam olarak beni ikilemde gösteren nokta da bu, öncelikler üzerine olan eleştrilerimi, önceliklerin bir sebebi değil de sonucu olan konfor algısı üzerinden yapıyor olmam. Bu anlamda müsaade edersen anlatımı daha çok önceliklerimiz üzerinden sürdürmek ve en sonunda konfora bağlamak isterim.

Sokrates: Ama benim cahil evladım hiç mi farkına varamıyorsun, diyalektikle açıklayamayacağın bir konu olduğunu düşündüğün konforu, daha da içinden çıkılmaz bir kavram olan önceliklerle açıklama çabasına giriyorsun? Konfor’u daha karşıtı üzerinden açıklayamadın ki doğada karşıtıyla açıklamanayacak hi bir mefhum yoktur, nasıl olacak da öncelikler konusunu tanımlayacaksın? Sana küçük bir sır vereyim mi önceliği belirleyen şey kıyastır ve öncelik kişinin kendi kıyaslarıyla belirlenir? Sen ki herşeyi görecelendiriyorsun, bu gidişle nasıl bu kadar göreceli bir mefhumu bana anlatacaksın merakla bekliyorum.

Ali: Aslında yine bana bir güzellik yapıp kıyas kelimesini koymuş olman belki de hayatımı kurtaracak bu konuda. İşte tam da bu nokta, seni ve beni birbirimizden ayıran efendi. Mefhumun anlam olarak tanımı, aslında tam olarak onun varolmasına sebep olan herşeyi kapsar. Mefhumların varlığı kesinlikle görecelidir, görecelilik de burada kıyasın varlığından ziyade değişkenliğini gösterir. Konu mefhumlar olduğunda elbetteki herşey kıyasla anlaşılır. Mesela “ön” kelimesinin anlamı oldukça net birşeyi ifade eder. Bir şey ya öndedir ya değildir. Bu anlamda “önde olmak” her daim anlaşılmak için “önde olmama” ya ihtiyaç duyar. Bu durumda öncelikler de elbette ki kıyasla anlaşılabilen bir şeydir. Benim hayatımdaki önceliklerim dediğimde de, öncelik olmayanlarla ancak anlamını bulur. Vefakat konfor kelimesine anlamını veren şey konforsuzluk değildir. Konfor kendi başına varolur ve anlamına kavuşması için konforsuzluğa ihtiyaç duymaz. 
Şimdi bu noktada konforu ikiye bölmeli. Önce eseslı bir tanımını yapmalı.. Zevklerimiz konfor mudur? Yoksa bedenimizin ihtiyaçlarını karşılamak mıdır konfor ya da vaktimizi bize ayıracak makinelerle iş bölümü yaparak hayatımızı uzatmak mıdır konfor. Keyif için olan kısmı, gereklikeri , hayatı bize ayırcak kısmı sağlam bir şekilde birbirinden ayırmalı….

Sokrates: Konfor kelimesinin de kendi klasmanındaki birçok kelime gibi aslında tek bir anlamı vardır. Onun ne olduğunu da sen de ben de gayet iyi biliyoruz. Konfor pratikliktir, konfor günlük hayatı güzelleştirmektir. Konfor benim cahil evladım maddi olarak hayatı kolaylaştırmaktır. Tıpkı bozulmasın diye saklayabildiğin etinin korumacısı buzdolobın gibi..

Ali: O zaman ben kelimeye kesinlikle başka anlam yükledim efendi Sokrates. Ben konforu biraz da ruhumla özdeşleştirdim. Ben geceleri sessiz bir dünyada huzurla düşünebilmek olarak yorumladım, ya da sıkış tıkış bir trafikte seyahat etmektense vapurda çayımı yudumluyarak vapur yolculuğu yapmaktı benim için konfor.
Sokrates: Evladım anlatmak istediğin birşeyler var. Belli ki rahatlığı konforla karıştırdın. Sonrasında önceliklerini devreye soktun. Sen bizlere şunu demek istedin, ben konforuma karşılık huzurlu bir hayatı seçtim, benim vapur yolculuğumda huzur ve rahatlık var ama kaşılığında hayatımı kolaylaştıran bir çok maddi şeyden vaz geçtim ve önceliklerimi bu şekilde belirledim. İşte farkındaysan herşeyi birbirine karşılık ve birbirine tercih olarak ortaya koydun. Yaşamı anlamada tek rehberin diyalektiği sana bir rehber olarak altın tepside sunuyorum evladım, al kana kana iç şu tastan ve kurtul artık bu anlam yoksunluğundan..

Ali: Efendi Sokrates, önemli olan mecalimi diyalektikle mi yoksa yapı sökümle mi ya da çekiç darbeleriyle mi anlattığım değildir. Sonuçta bunlar sedece düşüncenin anlaşılabilmesi için birer aygıttır. Burada kullandığım biçimiyle de birer retorik yöntemlerdir. Benim dağıldığım nokta beden, akıl ve ruh denkleminde konforu nereye koyduğumdur. Konuyu öncelikler üzerinden anlatmak istemem de bu yüzdendi. Benim önceliklerden kastettiğim olayların benim için öncelliği ya da sonra gelişi değildi. Konforun hangi parçama hitap edeceğiydi.
Baştan alalım konfor nedir? Lütfen bana yine konforun tek anlamı var bedenimiz için pratikliklerdir deme. Daha biraz önce sen belirttin bir kelimenin onlarca faklı anlamda kullanıldığı çağlardan geldiğini. Müsaade et ben de konfor kelimesini birden çok anlamda kullanayım.

Sokrates: Logos’un çok anlamlılığı ile konforu nasıl bir tutarsın evladım? Birisi tümden soyut olan birçok şeyi tanımlamak için kullanılan, kaldı ki bütün kullanımlarının kendi arasında bağıntısının olduğu bir kelime iken, diğeri sadece insanın günlük hayatını kolaylaştırmasını temsil eden bir tanımdır. Konfor insanın hayatını kolaylaştırır, güzelleştirir, bunun ötesinde bir anlam yükleyemezsin.

Ali: O zaman tekrar baştan alalım, konfor insanın hangi parçasına hitap etmektedir? Yani ben kendimin beden, akıl ve akıl-beden arasındaki gitgeller olan ruhtan ibaret olduğumu söylerken konforu çok anlamlı kullanmıyorsam bile konforun hitap ettiği parçamı çoklayamaz mıyım?

Sokrates: Bir de bana derlerdi, Sokratesle çok konuşmayın, lafı evirip çevirip sonunda kendisini haklı çıkartır diye. Sanırım torunlarım benden daha cebbal bu konuda. Bu noktada söyleyeceklerini merak ettiğimi belirtmem gerekiyor. Evet, eğer ki kendi “ben” ini parçalara bölüyor ve bu parçalar üzerinden devam etmek istiyorsun seni dinliyorum. Sakın bana konfor aklıma hitap ettiği zaman şöyle ama bedenime hitap ettiği zaman böyle deme! Bu gerçekten tamamen seni bağlar ve ne yazık ki evladım genellemeye gidemediğin düşüncelerini kâğıda dökmenin bir anlamı yoktur. Bunlar sadece senin kafanda kalsa da olur. Tabi bu yazılanları sadece kendine saklamayacaksan ki gördüğüm kadarıyla hiç de bu minvalde ilerlemiyor denemen.

Ali: Ne bedenim burada “ben”, ne de aklım efendi, ruhumdan bahsediyorum hani şu beden akıl dengesi olarak tanımladığım ruhumdan. Ben ruhumu rahatlatan konfordan bahsediyorum.
Uzun uzadıya bir örnek vermek istiyorum çünkü sen de biliyorsun, soyut düşünceler günlük hayatla, yani bizim için karşılığı olan edimlerle örneklendirilirse, akılda uçup gitmektense ayakları yere basar, yani aklın yerçekimine kapılırlar.
Benim evimde, hemen hemen herkesin evinde bulunan bulaşık makinesi yok. Bu aletten yoksun olmamın sebebi de mutfakta yeterli alanımın olmaması. Bu evi seçerken daha doğrusu bu yaşam şeklini seçerken, bunu göze almıştım. Şimdi bulaşık yıkamak gibi angarya bir işi ben kendim yapmak zorundayım, oysaki bir makinem olsaydı bunu o makine yapacaktı ve bu edime ayırdığım zaman da bana kalacaktı. Aynı zamanda evimde televizyon da yok. Televizyon da konforlu bir hayat sunabilirdi bana. Örneğin, bir belgeseli görüntü ve sesleriyle içime işleyecek bir şekilde hem görsel hem işitsel olarak zihnimde imgeleyecekti. Ya da yine kendisini ifade etmenin hazzına kavuşmuş bir yönetmenin içindekileri yine görüntülü ve sesli olarak soğurabilme şansım olacaktı. Peki, günümüzde konforun esiri olduğunu iddia ettiğim köleler ne yapıyor biliyor musun? Gerçekten de bulaşıklarını kendileri yıkamıyorlar ve bir makineye yıkatıyorlar ve sonrasında dev ekranlı televizyonlarının başına geçip her gün aynı tekrarlardan kurulu bir programlar silsilesine ağızlarının kenarından su akıtarak eşlik ediyorlar. Peki, bu zamanlarını onlara veren pratiklik, konfor döngüsü nedeniyle, sonrasında o zamanlarını onlardan ziyadesiyle çalmıyor mu?  Ya da televizyon yayınlarından yapılan yanlı gösterimler, çok daha kötüsünü, kıl özgürlüklerini ellerinden almıyor mu? Bu konuyu çok daha uzun anlatacağım aslında, basın ve medyaya ilişkin çok parlak fikirlerim var ancak bunları seni bu mektuptan uğurladıktan sonra, yeri geldiğinde yazacağım.
Ne diyordum efendi Sokrates, ben dün akşam bulaşık yıkarken gerçekten de vakit kaybettim ve bunu hergün yapıyorum. Ama belki bedenimin bu edime ihtiyacı vardı bunu hiç düşünüyor muyuz? Bu yazıda yazacaklarımın bir kısmı dün bulaşık yıkarken aklıma geldi. Bulaşık yıkarken insan kendisi ile başbaşa kalabiliyor. Sürekli önünde akan su, kirli ve yağlı parçaların senin sayende tertemiz oluşunu seyretmek ve bunun bir parçası olmak ve tüm bunları yaparken tamamen zihninle başbaşa kalmak. Söyle bana bilge Sokrates, bu ruhuma sağladığım bir konfor değil midir?

Sokrates: Dur bakalım evlat, bu yaptığın olaylara pozitif bakış oyunu. Eğer istersen o çok söylendiğin televizyon seyrinden de kendine pozitif bir anlam çıkartabilirsin. “Televizyon seyrederken en azından günde bir kaç saat aklımın hükümdarlığından kurtuluyorum ve zihnimi boşaltabiliyorum” gibi mesela.

Ali: Sokrates, biz senden yüzyıllar sonra neyi keşfettik biliyor musun?  İnsanların mutluluğunun formüllerini! Sizler için yegane felsefe konusu, insanların bir arada nasıl yaşayabilecekleri ve birbirleriyle ilişkilerinin nasıl düzenlemeleri gerektiğiydi. Oysaki sizin o müthiş idealizminiz sayesinde bütün dünya çok korkunç yüzyıllar geçirdi, neyse bunu bilemezdiniz elbette. Akabinde, bu korkunç yüzyıllar sonunda aydınlanma çağı geldi ve bir bilge çıkıp bizlere kişilerin mutluluğa nasıl kavuşması gerektiğinin de önemli olduğunu gösterdi. Hem de bunu gösterdiği kitabına ethica adını verdi. Yani ahlak sadece birbirimizle olan ilişkilerimizi zararsız atlatmamız değildi artık, ahlak aynı zamanda bir aradan nasıl mutlu olabileceğimizdi de, mutluluk ve hisler de girmişti yane devreye. İşte o düşünür insanın kendisini ifade etmesinin onun öz mutluluğu için ne kadar büyük bir kaynak olduğunu o kadar güzel serimledi ki önümüze, yüzyıllar boyunca bütün filozofların da yapmak istediği, yapıyor olduğu şeyi yani. İnsanın kendisini ifade edebilmesi. Televizyonda boşaltılan o kafa var ya o kafa, işte insanlardan konfor adı altında, yegane mutluluk kaynağını alıyor ve işte bu yüzden benim bulaşık yıkarken kendimi sana nasıl ifade edeceğimi bulmam ve bundan yaşadığım biricik hazla sakın karşılaştırma.

Sokrates: Hiç farketmez evladım. Söylediklerinin özü şudur, konforlu yaşam senin kullanım alışkanlıklarına göre avantaj ya da dezavantaj olur. Konforu dezavantaj yapan senin basiretsizliğin ya da basiretle davranışın olur. Bu noktada senin bahsettiğin sorunun kaynağını konforda değil de konforun yaşamlarınızdaki yerinde aramalısın

Ali: Söylediklerinin aksi iddia edilemez elbette ama sen de konfor döngüsünü hafife alıyorsun. Yani bugün öyle bir algı oluşmuş durumda ki, konforlu yaşam bir bütün olarak ele alınmalıdır yani bize konforu verip zamanı bize bırakan aletler aynı zamanda bizden konforu alan mekanizmanın sonucu haline geliyor. Bugün hangi model bulaşık makinesinin bize daha çok zaman ayırabileceğinin bilgisini ancak televizyonlarda reklam kuşaklarını takip ederek ulaşabileceğimiz bir kandırmacalı yayından alabiliyoruz sanki.
Efendi söylemek istediklerimi tekrar toparlamak isterim. Vapur yolculuğu benim için bir konfordur. Çünkü güne elimde kahvem, mis gibi deniz havasında ve karabatakların suya paralel uçuşlarını seyrederek başlamak kelimenin hangi anlamını olursa olsun ruhuma sağlayacağım en büyük konfordur. Karşılığında gece dışarı çıkamamayı, eşden dostan uzak durmayı ve hatta bulaşıklarımı elimde yıkamayı tercih ettiysem de bu konfordan vazgeçişlerimdir.
Son söz olarak şunu demek isterim, benim için vapur yolculuğu ile güne başlamak, doğanın güzelliklerini seyrederek günü sonlandırmak ve makinelerin gürültüsünden arınmış, derin bir sessizlikte sadece doğayı dinleyerek hayaller içinde uykuya dalmak ruhuma sağladığım konforu ifade eder.

Sokrates: Peki, dediğin gibi olsun. O zaman Ruhunun bedeninin hapsinden kurtulup bizlerin yanına geleceği ve gelecek yüzyıllarda bazen çağrılıp kitapların içinde hapsedileceği zamanlarda görüşmek dileğiyle.

Ali: Ruhun şaad olsun Sokrates, yine gel..