12 Nisan 2014 Cumartesi

Nietzsche Tan Kızıllığından bir bölüm, Acı çekenin bilgisine dair:

Acı çekenin bilgisine dair:

“Uzun süre korkunç acılarla kıvranan ve buna rağmen bilinci bulunmayan hasta insanın durumu bilgi açısından çok değerlidir,” her derin yalnızlığı, tüm görev ve alışkanlıklardan ani bir biçimde kurtulmayı beraberinde getiren entelektüel hoşlukları tamamen bir yana bırakmak koşuluyla. Büyük acılar çeken biri, içinde bulunduğu durumda korkunç bir soğukkanlılıkla dışarıdaki şeyleri değerlendirir. Normal olan her şeyin içinde yüzdüğü bütün o yalancı sahtelikleri sağlıklı birinin gözü görmez: Evet o güçsüz ve  renksiz bir halde orada yatıp durur. Onun o ana kadar herhangi bir tehlikeli düş içinde yaşamış olduğunu varsayalım: Onun acı çekerek kendine gelmesi, bu durumdan kurtulması için bir yoldur: Ve belki de tek yoldur.( Hıristiyanlığın yaratıcısının bu durumu çarmıhta yaşamış olması olası:Çünkü “tanrım beni niçin terk ettin!” gibi acı sözlerin içeriği, en derin anlamıyla anlaşılabileceği gibi, yaşamın saçmalığına ilişkin genel bir hayal kırıklığının  ve bilinçlenmenin kanıtıdır;en çok acı çektiği anda kendi melesini değerlendirebilmiştir; tıpkı yazarın ölüm döşeğinde zavallı Don Kişot ile ilgili anlattıkları gibi.) Acıya karşı koymak isteyen aklın korkunç gerilimi, baktığı her şeyin yeni bir ışıkla aydınlanmasını sağlar: Ve tüm yeni aydınlanmaların uyandırdığı tarifsiz cazibe; intiharla ilgili tüm çelişkilere direnç sağlayacak ve ıstırap çeken insanın yaşamı sürdürmeyi arzu edilir olarak gösterebilecek güçtedir. Sağlıklı insanın dertsizce dolaştığı rahat, sıcak ve bulanık dünyayı aşağılar; eskiden kendi kendine kapıldığı en değerli ve en son sevilen hayalleri aşağılar; bu aşağılamayı cehennemin derinliklerinden çıkartmak için elinden geleni yaparak ruha en büyük eziyeti yapmaktan zevk duyar. Bu karşı güç sayesinde fiziksel acıya katlanır,-şimdi özellikle bu gücün gerekli olduğunu hisseder!- Varlığı ile korkunç bir sağgörü ile kendine şöyle seslenir: “ Bir kez olsun kendi davacın ve cellâdın ol, bir kez olsun çektiğin acının kendi kendine verdiğin bir ceza olduğunu kabul et! Yargıç olarak üstünlüğün tadını çıkar; hatta daha da fazlasını: Canının istediği gibi davranmanın, despotça keyifliliğinin tadını çıkar! Acılarını aştığın gibi yaşamını da aş, aşağıya, derinlere, sonsuz derinlere bak!” Gururumuz hiç olmadığı kadar şahlanıyor: Acı gibi böyle bir zorbaya ve yaşama tanıklık edelim diye, özellikle yaşamı bu zorbaya karşı savunalım diye bize karşı yaptığı tüm telkinlere karşı bunun benzersiz bir çekiciliği vardır. Bu durumda, durumumuzun bir sonucu olarak algılanmaması ve yenilmiş olarak onurumuzun kırılmaması için her türlü kötümserlikle amansız bir mücadele verilir.  Keza verilen kararın adaletini uygulama isteği de hiçbir zaman şimdi olduğundan daha büyük olmamıştır, çünkü bu kendimize ve adaletin her türlü affedilebilir hale getiren durumların en cazibine karşı kazanılmış bir zaferdir;-ama biz affedilmek değil, özellikle şimdi “suçsuz” olabileceğimizi göstermek isteriz. Adeta kibir sancıları çekeriz- Ve yumuşamanın, iyileşmenin ilk ışıkları kendini gösterir-ve genellikle ilk hareket kendimizi kibrimize üstünlüğüne karşı savunmak olur; bunu yaparken kendimizi ahmak ve kendini beğenmiş buluruz ,- sanki benzersiz bir şey yaşamışız gibi! Sayesinde daha yeni acılar çektiğimiz, her şeye gücü yeten gururu, minnet duymaksızın aşağılarız ve şiddetle gurura karşı bir panzehir isteriz. “Defolsun, defolsun bu gurur!” diye bağırırız “O bir hastalık ve fazladan bir kasılma idi”
Yeniden insanlara ve doğaya bakarız-daha istekli bir gözle: onlarla ilgili bazı şeyler konusunda yeni ve farklı bilgiler edindiğimizi, bir örtünün ortadan kalktığını hüzünlü bir gülümseme ile anımsarız,- ama yaşamı loş bir ışıkta görmek ve acı çeken biri olarak meseleleri gördüğümüz ve anladığımız o korkunç itici aydınlıktan kurtulmak bizi canlandırır. Sağlığın sihirbazlıkları yeniden kendini göstermeye başlayınca, öfkelenmeyiz.- çok değişmiş gibi bakarız, yumuşak ve hala yorgun olarak. Bu durumda insan ağlamadan müzik dinleyemez-

Nietzsche Tan kızıllığı 115. Bölüm
Say yayınları çevirisi ile.

1 Nisan 2014 Salı

Ne AKP ne Sermaye, İktidar halka

Ne AKP ne Sermaye, İktidar halka

Aslında bu slogan yıllardır AKP, öncesinde ANAP ve daha öncesinde DP’nin neden sürekli iktidarda olduğunu çok net bir şekilde açık ediyor. Tek bir sloganın altında, Türkiye’deki tüm muhaliflerin düştüğü ana yanlış ve efendilerin neden her koşulda (muhaliflere göre her koşulda) iktidarını devam ettirdiği gerçeği yatıyor.
Ey muhalifler, şimdi sıkı durun, sizlere çok şaşıracağınız bir haberim var, İktidar zaten halkta!! Böyle olur kölenin iktidarı.
Aydınlanma çağından beri sosyalist gelenek, Köle ve Efendi kelimelerini hep birbirlerinin karşıtı olarak kullanmışlardır ve kölenin karşıtını(özünde düşmanını) efendi gibi sunmuşlardır. Bu noktada kölelerin de bu pencereden bakarak, kendilerine karşıt olarak efendileri aldığı yanlışına düşmüşlerdir. Köle-efendi savaşı yuzyıllar önce bitti, daha doğrusu çok uzun soluklu bir ateş kes ilan edildi ve bir arada (görece) mutlu bir hayat sürüyorlar, bunun yanında kölenin ve efendinin asıl karşıtı artık özgür insanlardır ve yy’dır köle, efendisiyle birlik olup özgür insanları hedef almaktadır.Köle, efendisini alt edecek biyolojik ve sosyal olanaklara sahip olmadığına göre, yeryüzünde özgür insan kalmadığı gün kölelikten kurtulacaktır, çünkü en basit karşıtlık ilkesi bunu gerektirir.. Yoksa neden sosyalist iktidarlar her seferinde köleliği değil de özgürlüğü ortadan kaldırsınlar ?

Yaşamımdan bir  iki örnekle devam etmek isterim. Yıllar öncesinde tam da Sivas katliamının yaşandığı günlerdi, günümüzde yaşasa tam bir AKP seçmeni olacak (ki yaşamının son anlarında tatmıştı bu mutluluğu) rahmetli babam, çok keyifli bir şekilde gülücükler dağıtıyordu. Sebebin Sivas katliamı olduğunu öğrenen sosyalist abim(kuzenim) hayretleri içinde sordu :
-Dayı iyi misin ?  neden mutlusun orada insanlar yakıldı?
Aslıda eline versen bir horozu bile kesemeyecek babamın bu mutluluğu (özellikle bunu gizleyemiyor oluşu) beni de yıllarca sarsmıştı. Cevabı, ana sebebi saklayan ve klasikleşmiş cinstendi
-Mustafa, orada aleviler ve atesitler öldü! Neden üzüleyim.
-Dayı orada görevli çalışanlar da öldü
İşte bu noktada cevabı bütün köle güdüsünü açık ediyordu,
-Onlar da zengin değilmiydi, gebersinler...

Kölenin böyle olur iktidarı, köle iktidara geldiğinde daha doğrusu kendisini temsil edecek bir efendiyi iktidara getirdiğinde böyle alır özgür insanlardan intikamını...

Geçtiğimiz aylarda, Gezi olayları henüz devam ederken, dedem ölmüştü. Cenazesinde mecburen 20-30 AKP tabanı akraba ve onların ahbabı ile birlikte haber bülteni seyrediyorduk. Televizyonda polis, ODTU’lü bir genci jopluyordu, o noktada odadaki bütün erkeklerin gözünde yıllar öncesinden hafızama kazınmış o keyifli bakışları görmüştüm, yayın devam ederken içlerinden en zengini(!) kalkıp “Vur ulan, vur şu anarşist pisliğe” diye bağırdı, tamamı duygularının tercümesinden mutlu, çaylarını yudumlamaya devam ettiler. Analiz hep yanlış yapılmıştır, bu olayı milliyetçi ve dini duygularla kandırılmış, zavallı masum insanların nasıl da kötü birer kalbe dönüştükleri şeklinde yorumlamamız istenmiştir, aslında bu da zırva sosyalist bakışlardan biridir, çünkü yediremez sosyalistler kölenin bu zalimliğini kendilerine. Aslında yaşanan şey çok basittir. Bulundukları sosyal yapı ve biyolojik yetersizlikleri yüzünden, giremedikleri ve belki sonsuz yaşama giden genlerinin(çocukları) de giremeyeceği, ODTÜ’de okuyordu o genç. Birkaç yıl içinde çalıştıkları fabrikada mühendis olarak işe başlayacaktı ve sonrasında kendince özgür bir insan olacak, kaldı ki hayatı boyunca önünde eğilmeleri gerekecekti o gencin, nasıl demişti Afrika atasözü, “köle efendisi önünde yerlere kadar eğilerek selam verir ama selam verirken de gizlice ossurur”
Köle yine özgür insanın, efendisi tarafından yediği dayağı zevkle seyretmektedir, çünkü ancak özgür insan dayak yediği sürece kendi köleliğini unutacaktır, çünkü yüzyıllar önce anlaşmıştı efendisiyle ortak düşman karşısında.

İnsanlar AKP’nin dini kullandığını serimlerlerse, tabanının bunu görerek gerçekleri idrak edeceğini  ve bir daha onu desteklemeyeceğini zannettiler, olmadı. AKP’nin ne kadar zalimleştiğini gözler önüne serince, seçmenin insanı duygularının tetikleneceğini (ki zaten hep mazlum olduğu için iktidara getirmişlerdi efendilerini) ve düştükleri yanlıştan döneceklerini düşündüler, olmadı. Olmayacak da! AKP zalimleştikçe daha çok zevk alacak seçmeni, çünkü zalimce dövdüğü, yokettiği işkence ettiği hep ona köleliğini hatırlatan özgür insanlardır...
Ve AKP’nin dini kullandığı ve bu nedenle iktidarda olduğu önkabulüne çok daha büyük yer ayrımak gerekir. AKP yönetimi seçmeniyle birlikte dini kullanıyor, bunu hiç düşündünüz mü ? daha doğrusu AKP seçmeni dini kullanıyor ve AKP yönetimi de mecburen buna alet oluyor. Köleler, kendilerini bir arada tutacak bir idea’ya gereksinim duyarlar ancak bu idea ezilmişlikleri olamaz, çünkü insani içgüdüleri alçaklıklarını(alçakta bulunmalarını) bu denli açık etmelerine izin vermez, bir arada bulunmaları için en kolay yol dindir. Hem anlaşılması kolay hem de her insan kendisinden birşeyler katabilir buna, her daim etkinliği ve edilgenliği bir arada yaşayabilecekleri bir ideadır din. Hepsi bilir dinin bir araç olduğunu, hepsi en küçük hücresine kadar farkındadır bunun ve yanında milliyetçiliğin sadece özgür insanları tutsak etmek için bir araç olduğunun, ancak başka çareleri de yoktur, diğer birleştirici metafizik yöntem sanattır ve sanat çok uzağındadır kölenin...

Başa dönersek temel yanlış şudur:
Kölenin karşıtı Efendi değildir, Köle kelimesinin karşıtı özgür insandır ve hep öyle kalacaktır......

Köle’nin karşısına özgür-efendiyi ilk koyan Aristotales’ten başlamak konunun daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. İÖ 4. yüzyılda, halen daha aristokratik demokrasinin devam ettiği dönemlerde, eski yunanda , (o eski yunan ki  Aristophanes’in bir oyununda krala hakaret ettiği, kralın açtığı davayı sanatçı özgür olmalıdır gerekçesiyle kaybettiği ve peşine bir sonraki oyununda sanatçının kıralı eşek yapabildiği  medeniyet), Aristo kölenin karşısına özgür-efendiyi koymuştu. İşte düşülen ilk yanlış burada aranmalıdır. Modernizmle başlayan ve şu an post modern dünyaya uzandığımız çağlarda bu ayrım niteliksel olarak işlevsiz hale gelmiştir.
Özgür efendi, kapitalizmle birlikte yokolmuştur, işte bu nedenle ağıtlarla karşılamıştı Baudelaire aristokrasinin çöküşünü, çünkü bir nevi özgürlük ihtimalinin yıkılışıydı. Ancak insanlar, efendiler ortadan kalkıyor zannederek dionysos şenliklerini aratmayan kutlamalar yaptılar. Efendilerinin özgürlüğü ellerinden alınırsa kendi kölelikleri kendiliğinden yok olacaktı, şimdi biz onların torunları görüyoruz, kendi kafesinde tutsak kalmış bir efendinin, özgür efendiden çok daha zalim olabileceğini. Kapitalizmle birlikte rekabet ve efendinin anksiyateleri de ortaya çıkmaya başladı. Bizim algımıza özgürlük tanımı, boğazda fiyatlara bakmadan dilediğin şarabı içmek olarak yerleştirildi, ya da 8 silindir havalı bir araba kullanırken benzin fiyatlarıyla ilgilenmemek.. ancak sırf bunları yapabilmek için geçirilen bir ömür, yapılan dalaverelerin ortasında gece yaşanan anksiyate krizleri, iktidara yakın durabilmek ve bunun sayesinde en lüks otellerde altın klozetlere sıçabilmek için kişilerin özyıkımlarına sebebiyet veren kişilik bölünmeleri, çocuklarını psikiyatri servislerine yatırmak, ödenmesi gereken bedel oldu her daim bu sanal özgürlük anlayışında.
Semerkant kitabını yıllar önce okumuş ve bir diyalog hayat mottom olmuştu, aslında Hayyam o diyalogda özgür tini  tüm çıplaklığıyla serimliyordu. Hayyamın karısı devlet işlerinin içine çok girmişti,
Hayyam :
“Ne olacak şarap daha mı kırmızı olacak,  güneş daha mı çok parlayacak” şeklinde yermişti, iktidar hırsını karısının.
Evet Aristo’nun tanımı çok değişti, günümüzde “özgür olmak isteyen insanlar” ve “özgür olmayan efendiler” ve “köleler” var.
Bir parantez de sürekli karşıtlıkla tanım yapıyor olmaya açmak gerekiyor. Buradaki köle ve özgür insan karşıtlığı siyah ile beyaz arasındaki karşıtlık gibi algılanmamalıdır. Siyahın karşıtı elbetteki beyaz değildir, bu bir algı yanılmasıdır. Köle ve özgür insan tanımlarını düşünce tarihinde kabul edilen tek evrensel doğru ile yani “birşey var ise yok değildir, yok ise var değildir” ilkesiyle anlaşılmalıdır. Özgürlük ya vardır ya yoktur, olmadığı durum kölelikdir, yani genel bir diyalektik bakış değildir, buradaki özgür insan ve köle ayrımı, tüm düşünce sistemlerinde ve mantık biliminde ortaya konan tek evrensel idea ile anlaşılmalıdır.
Dindar kölelerin, kendilerini bir arada tutmasının perspektifinde, dindar olmayan kölelerin de birlikteliklerini sanal ideolojiler ve özellikle adab-ı muhaşeret mefhumlarıyla incelemekte fayda var. O ki din ekseninde birbirlerine yaklaşan,  özgür insanları ortadan kaldırdığında kendi tutsaklığını unutacak olan köleler için AKP seçmenini verdik, paralelinde Adab-ı muhaşeretle birbirine sokulan köleler için CHP seçmenini ve sanal ideolojiler (ki kadim dostumla biz buna “insanlık dini” deriz) için de HDP’lileri (Sosyalistler) örnek gösterebiliriz.
Sondan başlamak gerekirse, seçime 3-4 gün kala artık kararımı vermiştim, gönül borcum vardı, o dozerlerin önünde durup benim “canım parkım”ı koruduysa ben de onu yalnız bırakmayacaktım. Oyumu narisisistik yapısı ve etnik özgürlükler doğrultusundaki (bence) politikalarına rağmen Sırrı’ya  verecektim, ne de olsa özgürlükler peşinde koşan bir don kişottu o gözümüzde. Çok dayanamadı seçime kısa süre kala kendince çok haklı sebeplerle(!), ulvi bir amaç doğrultusunda ilerlerken eleştirilmesine dayanamayarak bir gazetecinin sosyal medyadaki mesajına kızıp, kendisini arayıp küfürler etmiş ve sonrasında da bir açıklama yapıp hakettiklerini söyledim demiş!!! İşte tam da özgürlük yolundaki bir savaşçıya yakışan hareket, bir milletvekili, bir gazeteciyi arıyor ve küfür ediyor, hem de önderliğine soyunduğu başkaldırının sebeplerinin başında iktidarın gazetecileri arayıp onları manipüle etmeleri varken! Hayır oyumu bu sözde özgürlük savaşçısına veremezdim, onun özgürlük istemesinin tek sebebi elinde insanların özgürlüğü kısacak özgürlüğünün bulunmayışıydı, bu fırsatı yakaladığı anda kaçırmamıştı da zaten ve kandırılmak her daim dayak yemekten daha ağır gelir insana.
Burada kürt sorununun çözümü küçümsediğim gibi absürt bir anlam asla çıkarılmamalı, elbetteki bu konunun çözümü için herkes elinden geleni yapmalı, elbetteki Sırrı’nın çabaları önünde saygıyla eğilinmesi gereken çabalar, velhasıl işte özgürlük düşüncesi böyle birşey, sen çok ama çok ulvi bir amaç için uğraşırken insanlar seni eleştirebilirler, buna gayet insani bir tepki de koyabilirsin ama kırmızı çizgiler vardır, basın ve sanatçılar kıpkırmızı çizgi çekerler senin vereceğin ayara!!... Unutulmamalı ki Tayyip’in, ülkenin istikrarının bozulmaması için gazetecilere ayar vermesi de kendi seçmenine göre denk ulvilikte bir gaye, herneyse ben niyet okuyuculuğa soyundum burda ve çok açık bir şekilde fışkıran bu kötü niyeti görmemek namümkün, hatta ne mümkün!
Ve en sevdiğim kısım Adab-ı muhaşeret altına sıkışmış, özgürlük neferi CHP seçmeni, sizler için kitap yazılmalı ama ben size ekseriyetle kurduğunuz bir cümleyi hatıralatayım, siz kitabı kendiniz yazın, sonuçta haşa huzurdan kim sizin zekanıza erişebilir ki ?
“Bu AKP’lilerin hepsi aptal, dini duyguları yüzünden kandırılıyorlar ama ülke elden gidiyor göremiyorlar”
İpucu vereyim, bir cümlede içinde, dini duyguları yüzünden kandırılan insanlara aptal diyip de peşisıra denk duygular olan milliyetçiliğinizi ön plana çıkartmak, sizi gerçekten deha yapıyor.....