Günlerdir sosyal medya ortamında “Şimdi otobüs yakınca Kobane'ye
destek mi oluyorsun” vb. sorular soruluyor. İlk günlerde bu soruları, soruları soran
kişilerin haleti ruhiyelerinin dışa vurumu olarak görmüştüm ki halen daha
birazdan anlatacaklarımı ilk bakışta sezip ama bilinç dışı olarak görmezden
gelmelerini bu haleti ruhiyeden kaynaklandığını düşünüyorum.
Peki nedir içinden bir türlü çıkılamayan vicdan ve akıl
muhasebesi? Bir yanda, orada masum Kobane halkını tehdit eden aklın alamayacağı
büyüklükteki vahşet tehlikesi var. Hem de öyle böyle değil, bütün gezi
direnişçilerinin karşısında birleştiği, dini kendine kılıf edinmiş yozlaşmış
bir orta çağ vahşeti tehlikesi. Öte yandan yine gezi olaylarında birebir
kendisini düşman ilan ettiğini düşündüğü kendi hükumetinin, bu vahşilere
verdiği açık destek fikri. Aklı hür vicdanı hür her birey bu durum karşısında
elinden geleni yapmak konusunda kendisini mecbur hissetmiştir herhalde. Ancak
işte gel gör ki öte yandan uzun yıllardır Terör örgütü olarak gördüğü bir
yapıyı savunmak oluyordu bu muhasebenin sonucu.
İş bununla da kalmıyordu, açıkçası biraz fazla cesaret
isteyen bir direniş olacağı çok belliydi bu direnişin. Öyle sokaklara çıkıp gaz
yemeye benzemeyeceği o kadar aşikardı ki. Bir kungfu değişi şöyle der “Kavgada
yumruk yemekten korkmamak çok büyük bir avantajdır, ancak kavgayı yumruk
atmaktan korkmayan kazanır”. İşte bizler bu yumruğu atacak cesareti olmayan
insanlarız, kaldı ki zaten yumruk atmayı da etik olarak yanlış buluruz. En
önemlisi de bu yazının temelini oluşturacak bir soru var aklımızda, Biz kavgacı
mıyız? Kazanmak istediğimiz bir şey yok ki! Sadece kendimizi savunuyoruz!
Kobane halkına destek vermek için sokağa çıkamayacağımız
daha en başından belliydi ama neden çıkamadığımızı işte yukarıdaki soruyla
ifade ediyorduk. Çünkü bizler otobüs yakıp sokakta gördüğümüz IŞID
sempatizanlarını linç edebilecek insanlar değildik. “Şimdi otobüs yakınca Kobane'ye destek mi
oluyorsun” sorusunun alt anlamlarının bence en öne çıkanı “Kobane halkının
mücadelesinde biz de sokaklara çıkıp sizlerle birlikte olmak istiyorduk, ama
siz bu kadar sert olunca biz nasıl bunu yapabiliriz ve hiçbir şey yapmadığımız
için vicdanlarımız da bizi rahatsız ediyor ve bunun sorumlusu sizlersiniz”
Öncelikle başkaldırı ve devrim yürüyüşü (kesinlikle
sosyalist bir devrim vs.. değil, bir şeyleri kökten değiştirme yürüyüşü burada
kastedilen) konularını iyi anlamak gerekiyor. Başkaldırı, kaybedilen haklar
artık tahammül edilemez noktaya geldiğinde, kişinin ya da kitlelerin artık daha
fazla hak kaybetmemek için spontane olarak başlattıkları bir duruştur, isyandır
tam olarak. Devrim yürüyüşü ise temelinde yeni hak talepleri üzerine kuruludur.
Kişi ya da gurup birilerinden elinde tuttuğu şeyleri ister. Daha iyi anlamak
için basit bir metafor yapmak isterim. Örneğin küçük bir çocuksunuz ve okulda
sizden büyük bir serseriye sürekli haraç veriyorsunuz. Artık öyle bir an
gelirsiniz ki, ne olacaksa olsun dayak yiyeceksem de yiyeyim ama daha fazla
haraç ödemeyeyim şu serseriye der ve başkaldırırsınız. Muhtemelen temiz bir
dayak yersiniz, sonra bir daha belki ama bir süre sonra paranız cebinizde
kalır. İşte bu başkaldırıdır. Oysaki o serseriden, sizden daha önce aldığı
paraları istemek, işte bu bir taleptir. Bunu başarabilmeniz için başkaldırıdaki
durumdan çok daha fazlasını yapmalısınız. Başkaldırıda siz edilgenliği
reddedersiniz, hak talebinde ise direkt olarak etken olmalısınız, yani yumruk
atmaktan korkmayan taraf olmalısınız. Bu metaforda olduğu gibi her başkaldırı
içinde bir devrim yürüyüşü potansiyelini de barındırır. Kişi ya da kitle,
kaybetmek üzere olduğu o son hakkını koruyunca, daha önce kaybettiklerini talep
etmek ister. Gücünce, kararınca. Bu da o kişiyi ya da kitleyi devrim yürüyüşüne
sokar. Sistem yüzyıllar içinde bu konuda o kadar güzel savunma mekanizmaları
geliştirdi ki, gezi olaylarının nasıl bittiğini hiç kimse anlamadı. Bir noktada
müsterih olmalısınız, nasıl ki sizler
hak talep edenleri yani devrimcileri anlamıyorsanız, onlar da sizleri
anlamadılar. Neyse konu gezi değil..
İşte bu noktada Kobane eylemleri artık daha fazla hak
kaybetmek istemeyen Kürtlerin bir başkaldırısı değildi. Onlar devletten bir şey
talep ediyorlardı, kendi ülkesi dışındaki bir savaşa müdahil olmasını. Ayrıca 1980’den
beri devam eden Kürt hareketi, o tarihe kadar kaybedilmiş tüm hakların geri
talebi şeklinde olduğundan, yapısı gereği devrimci bir harekettir. Burada
kesinlikle ne hakları varmış vb sorular sormak yersizdir, çünkü burada haktan
kasıt, talep edenin görüşüdür.
Gelelim otobüs yakma konusuna ya da okul ya da benzin
istasyonu. Kestirmeden söyleyelim, evet bunlar en basit anlamından Kobane’ye
yardım eder, hem de ne yazık ki bu kadar kısa süre içinde müdahale edilmesi
gerekirken başvurulunabilinecek yegâne yoldur. Kürt hareketinin bu 40 yıllık
süreçte devletten talepleri her daim bu yolla aldığını da hesaba katarsanız
farklı bir refleks beklememeniz gerekir. Hele bir de ölen gençler var ki, bu da yine
Kürt hareketinin Kobane’ye destek olunmadığı durumda, nasıl da ölümü bile göze
aldıklarının göstergesi olarak yine Kobane’ye çok büyük yardım etmiştir. Özellikle
bir şeyi belirtmek istiyorum, ben asla omlet için yumurta kırılması taraftarı
sapkın Stalinistler’den değilim, burada sadece durumu açıklığıyla ifade etmeye
çalışıyorum.
Bütün bunlar sokaklardaki Kürt gençlerinin bilinçle
yaptıkları şeyler değil elbette ama kitleleri sokağa döken yönetici kadroların
plan programıdır. Yöneticiler
kitlelerinin nasıl davranacaklarını çok iyi biliyorlardı. Düşünün ben bugün Ali
İsmail’in görüntülerini seyredemedim, içim kaldırmadı. Gezi direnişinde
öldürülen Berkin’in cenazesinde gözyaşlarımı tutamadım. İşte Kürt hareketi son
40 yılda 60.000 tane insanını kaybetti. Konu nicelik değilse de yine de bu
hafife alınacak bir öfke değildir.
Son olarak olayları bütünden koparıp tek tek ele almak
şizofrenik düşence yapısının en önemli özelliğidir. Yani bir şizofren
bağırsaklarını boşaltmak istediğinde, bunu o anda bulunduğu toplum yapısının
bir parçası olarak düşünemediği durumlarda, donunu sıyırıp işini görecektir. Bu
konuların bütünden kopmasının en basit göstergesidir. Bir otobüsün yakılmasının
Kobane’ye ne gibi yardımı vardır sorusu bu noktada bütünden kopuk sorulan bir
soru olduğundan basit anlamıyla şizofrenik bir sorudur.
Bizlere, yani bir kişinin burnunun kanamasını bile istemeyen
insanlara düşense, bundan sonraki dönemlerde, belki de torunlarımızın torunlarının
yaşayacakları yüzyılları kastediyorum burada, insanların hak taleplerini nasıl
barış içinde, bir ütopya ülkesindeymişçesine çözecekleri çözümleri bulmaktır. Unutulmamalıdır
ki düşüncede çıkmaz yoktur, sadece henüz bulunamamış mantık kurguları vardır…
Not 1: yazıda büyük ölçüde Albert Camus’un başkaldıran insan
kitabındaki fikirlerden etkilenme vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder