Ben: Delireceğim, nasıl göremezler? Toplum görüşü ister
istemez, en tepedekinin ortalamaya kabul ettirdiği görüştür ve ortalamanın,
ortalama kalması için vardır. Bacak arası ahlakı dediğin bundan başka bir şey
değildir.
Toplumun görüşü her daim yanlıştır, yanlış çıkmıştır. Örneğin
dünyanın bir tepsi şeklinde olduğu, sonrasında güneşin dünyanın etrafında
döndüğü gibi gibi. sonsuz örnek var ortalamanın görüşünün yanlış olduğunu
sonradan kabul ettiği.
Bilge Sosyolog: Ufaklık, verdiğin örnekler pozitif
bilimler ve pozitif bilimlerde doğru sayılarla belirlenir, deneyle ispatlanır. Doğru
tektir bu yüzden. Etik dediğinde, yani sosyal bilimlerin konularına girdiğinde
iş değişir. Orada doğru ikna ile olur. Sosyal bilimlerin tek doğrusu iknadır. Hangi
davranış bizi mutlu eder sorusunun cevabı deneyle olmaz bu yüzden ikna
etmelisin, bu alan görecelidir.
Seni üzmek istemem ama toplum görüşü ortalama için doğrudur,
ortalama bununla hayatta kalır. Aklına hiç gelmiyor mu ortalamanın zaten
ortalama kalmak istediği ve bu yüzden bunu yıkacak her şeye cansiperane bir
şekilde karşı çıktığı?
Ben: Ah be sahil filozofu gelmiyor elbet de! Eğer bilirsem
ben onun köleliğine âşık olduğunu, nasıl bir daha yüzüne bakabilirim dolmadan gözlerim?
*********************************************************************************
Köle ahlakı dediğimiz, aslında kölelerin köle kalmalarına
tahammül edebilmeleri için kendilerine yukarıdan verilen sabit fikirden başka
bir şey değildir. Köleler farkındadır uymak zorunda oldukları, uymak için
kendilerini paraladıkları ahlak (bacak arası ahlakı) yapılarının onların
sahipleri için geçerli olmadığını. Siz hiç güçlü insanların genel geçer ahlak
kurallarına tabii olduklarını gördünüz mü? Ne kadar kolay benimsenir değil mi
bu? Mesela sıradan bir köle, sahibinin metresi olmak için can atar ve bu
noktada sahibine âşık bile olur, bu yüzden de kendisini ahlaksız hisseder ama
sahibi onu metresi olarak kabul etse, bir an bile sorgulamaz adamın ahlakını.
Öte yandan beden hayatta kalmak ister, hayatta kalmanın tek
yolu da bunca yıl sonra yani binyıllar sonunda toplum yaşamının devamlılığıyla
mümkündür ancak, en azından köle böyle düşünür. Âdemin oğullar yerleşik hayata
geçtiği andan itibaren birlikte yaşam koşullarını korudukları ölçüde hayatına
devam edebilecek şekilde düzenlemiştir yaşamını. Görevi bu olan dışında, kimse
ekmek yapmayı bilmez, dikiş dikmeyi bilen kişi, ekmek yapmayı bilen kişinin ona
o ekmeği vermeye devam etmesini ister. O da buna karşılık toplumun ondan
istediği sorumluluğu yerine getirir. Çok basit bir güdü: “ya hayatta kalamazsam”.
Ya özgür olursam ve toplum beni istemezse?
İşte bu yüzden hayatta kalmayı garanti altına aldığı ölçüde
insanlar toplum kurallarını kendi lehlerinde esnetebilirler, güç ve özgürlük
özdeştir artık.
Ama Köle de bir yerde intikamını alır sahibinden, ona adab-ı
muaşereti sunar altın tepside ve artık efendi de tutsaklaşmıştır. Peki sorarım nerede bu özgürlük? Nereye
sıçacak bu kadar köle?
Bizlerin ataları Âdem baba ve Havva anamıza yazdığım bir
şikayet mektubum var, bir bir anlatıyorum yediğimiz naneleri. Oradan bir bölüm
çok denk düşüyor (megalomani episode bilmem kaç)
Diyelim
ki halen daha kölelik devam ediyor ve bizler köleler olarak hayatlarımıza devam
ediyoruz, henüz daha köleliği anlatmadım değil mi sizlere? Kölelik Havva
anacağım, bir insanın isteği dışında davranmaya bir başka kişi ya da kişilerce
zorunlu tutulmasıdır. Yani bir kişinin özgür olmamasıdır, yani bedensel
anlamdaki yaşamını başkasının isteklerine göre devam ettirmesidir. Farkındayım
anacığım, Adem babam bunca sayfadır anlattıklarımdan sonra, bu tanıma, daha
ziyade “diyelim ki halen daha kölelik devam ediyor” şeklinde giriş yapmama
kıçıyla gülüyor yanında, haksız da sayılmaz hani, bütün bu tanımlara göre
kölelik tüm şiddetiyle devam ediyor. Ama azcık sabır ve SAYGI lütfen daha
sizlere iş hayatını anlatacağım, kapitalizmi anlatacağım vs.. ondan sonra
diyeceksiniz ki yazık bu torunlarımıza, bunları doğuracağıma taş doğursaymışım,
gün geçmiyor ki köleliklerine yeni bir tanım koymasınlar. Apriori (velhasıl kelam), diyelim ki kölelik
ortaçağlardaki tanımıyla devam ediyor. Yani insanların sanal değil de gerçek
zincirlerle tutsak edildiği çağlarda yaşıyoruz. Gündüz çalıştıktan sonra gece
köle palasa kapatıldık ve sahibimiz kapıyı kilitlemedi. İşte bizim günümüzdeki
ahlak ya da daha Anna Freud’en adıyla adab-ı muaşeret, tam olarak bu şekilde
anlaşılabilir. Kölepalas’taki sivri zekalı bizler, kilitlenmemiş kapı için hemen
itiraza başlamalıyız sahiplerimize:
“Neden
kapıyı kilitlemiyorsun!! Ya bizler kapı açık diye kaçmaya çalışırsak ve
kölelikten kurtulursak? Ya özgür insanlar olarak hayatımıza devam etmek zorunda
kalır ve mutsuz olursak? Burada ne güzel her şey tanımlı, hayatta kalmamızı
sağlayacak kurallar belirlenmiş, kurallara uymak yetiyor bizlerin yaşamına
devam etmesi için. Lütfen köleliğimize biraz saygı duyun!! Çok reca ediyorum
hemen kilitleyin kapıları!!”
Adab-ı
muaşeret veya bacakarası ahlakı insanların kendi üzerlerine kilitledikleri
kapılar değil de nedir? Sorarım a dostlar sizlere!!
Ben,
vakti zamanında solak bir kız çocuğunun çok elit(?) bir ailede yaşadığı için,
çatalı sol eliyle bıçağı sağ eliyle tutmaya alıştığına şahit oldum, aynı
şekilde dindar ailelerde solak çocukların zorla sağ elle kaşık tutmaya
zorlanması gibi!! Çatal sol elle tutulur bıçak sağ elle, aynı şekilde kaşık sağ
elde olmalıdır, buna diyecek bir şey yok, çünkü çok ergonomiktir. Ancak bu ergonomik
alışkanlığın solaklar için eziyete dönüştürülmesi, kişinin kendisini zorla
kilitli tutması değil midir? Daha ilginci de bu solak asi kız adabı muaşeret
kurallarına uyuyor olmaktan gurur duyuyordu ve ailesine minnettardı!! Bir
insana kendi çocuğuna eziyet ettirecek bu bakış nasıl içimize yerleşmiştir ?
Hem de her sosyal sınıf ve her eğitim seviyesinin, kendisine göre, görece
benzer eziyetler icat etmesinin altında yatan hangi akli ya da bedeni veyahut
da ruhi unsurdur? Şimdi gidin varsıl modern bir aile bireyine, “yobazlar, solak
çocukları günah diye sağ kaşık tutmaya zorluyorlar” şeklinde bir sohbet açın,
size onların ne kadar ilkel ve akıldan yoksun insanlar olduğunu bütün
samimiyetiyle savunacaktır. Ancak hemen bunun akabinde, ortama bir tavuk kanat
söyleyin ve elinizle yemeye başlayın ve seyreyleyin komedyayı, ben denedim, çok
komik oluyor....
Şimdi arkanıza yaslanıp unutun anahtarın zindanınızın
kapısında asılı olduğunu, sakın çıkmayın oradan. Dışarısı güvenli değil,
uyumaya devam edin. Örneğin gidip oy verin ki işin sonunda ortalamanın fikrinin
kabul edileceği seçimde bir payınız olduğunu düşünün, ya da ortalamayı
değiştirmeye çalışın, ortalamanın sizin görüşlerinizi benimsemesini umut edin de
unutmadan Epikür’ü. “Eğer takipçileriniz olsun istiyorsanız takipçilerinize
benzemek zorundasınız”
En kolayı da misal ruhunuzu satın köle kalabilmek için,
ruhunuzun sizden istediği bir coşkunluk varsa gözyaşlarıyla bunu kalbinize
gömün ve devam edin köle hayatınıza, haklısınız, eğer özgürleşirseniz bir daha ağlamadan
bakamazsınız diğerlerinin yüzlerine. Ve kırıntısını gördüğünüz, âşık olduğunuz o
özgür ruhun ölümüne her seferinde şahit olmak zorunda kalırsınız, bu da sizin
lanetiniz olur.
Türkçede ne güzel zıt anlamlı kelimler vardır, örneğin “seçkin
ve sıradan”
Sıradan: Sadece sırası geldiği için.
Seçkin : Fark edilen seçilen..
Sıranızın gelmesini bekleyin…..
*Schopenhauer'a saygılarımla
mükemmel yazı. bir solukta okudum. sade ve duyabilen kulaklar için yerden yer vurucu bir şiir. çok faydalandım. benim de eksikliğini hissettiğim "gerçeklik" vurgun üzerine düşündüm. tüm yazdıklarının altına imzamı atarım çekinmeden. bence her yerde paylaş bu tespitini. ben google plusta paylaştım. yazı üstüne konuşabileceğimiz çok şey var. zaten eleştireceğim veya burada hatalısın diyebileceğim tek satır. yok. keşke burada olsaydın da derinlemesine konuşabilsek bunları. seni seviyorum kardeşim. bu arada,ben tüm sosyal medyadan çıktım. blogum hariç. ben de yakında tespit ve eleştiri yazılarını paylaşacağım bloğumda. paslaşırız. öpüyorum seni. pasifiğe selam :)
YanıtlaSil