12 Haziran 2014 Perşembe

EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR



Türkiye Cumhuriyeti’nin ve diğer ulus devletlerin temelini çok büyük bir hile oluşturur. Ancak bir tek bizim ülkemizde, bu hile,  en duru biçimiyle kurucu meclis tarafından, korkulacak kadar büyük bir dürüstlükle ifade edilmiştir. “EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” işte budur biz özgür ruhlara cehennem azabını yaşatan fikir. Ne demek ister bu noktada egemen bu sözle?
Aslında bunu anlayabilmek için, daha doğrusu derinliğiyle ve bu söylevin bütün amacını zihnimize deşifre edecek şekilde okuyabilmek için, Hobbes’un Leviathan kitabını layıkıyla incelemek gerekiyor. Bu kitabı burada yorumlamaya kalkmak, hele hele ulus devlet modeliyle günümüze yaptığı etkileri serimlemek en az 3 Leviathan yazmaktan uzun sürer. Sadece bu kitabın temel mottosunun, “güçlü devlet olgusu, insanların genel barışı için şarttır ve güçlü devletin başında güçlü bir egemen ideası zorunluluktur” olduğunu söylesek yeridir.
Gelelim canım güzel ülkeme ve onun kurucularına. Öncelik ülkemin güzel kurucularının (ki ben bu noktada iyi niyetlerinden kısmen şüphe duymuyorum), türlerinin devamı için, diktatör bir devletin tek seçenek olduğu savını öne süren Hobbes’tan ne kadar etkilendiklerini görmeliyiz.  Leviathan’da, güçlü devletlerin barışı getirmek için şart olduğu ve dünya barışının da ancak güçlü devletlerin kendi aralarında yapacakları sözleşmelerde yattığı söylenir.(Foucault toplumu savunmak gerekir kitabında bunun tam tersini, güç eşitliğinin savaşın tek nedeni olduğunu çok güzel açıklar) Zaten Hobbes  bu savını “Yurtta sulh cihanda sulh” cümlesiyle belirtmiştir ki eminim bu cümle hepinize çok tanıdık gelmiştir. Ayrıca Hobbes yine bireylerin mülklerinin, onların mutluluk kaynağı olabileceğini ve yine mülklerinin güvencesinin, adaleti sağlayacak güçlü bir devlet olduğunu olumlar. Bunu da “adalet mülkün temelidir” e götürür… bu da tanıdık gelmiş olmalı.
Ancak Hobbes en büyük özgürlük düşmanlığını, egemenlik kavramında yapar. Egemenlik kayıtsız şartsız bir kişide olmalıdır der ve o zaman için (Aydınlanma öncesi, Rönesans sonrası dönem) 3 şekilde bunun mümkün olduğunu söyler. Onun tercihi olan mutlak monarşi, sonra aristokrasi ve en nihayetinde de demokrasidir bu 3 yönetim biçimi. Bizler demokrasi altında yaşayan ve egemenliğimizi kayıtsız şartsız millete teslim edenler işte bu hilede aramalıyız  , her sabah kalktığımızda içimizi, ruhumuzu ezen tutsaklık hissini.

Kestirmeden söylemek gerekirse, EGEMENLİK (yani mutlak iktidar) kayıtsız şartsız (hiçbir şekilde itiraza mahal vermeyecek şekilde) milletin (kesinlikle bireyin değil, çoğunluğun) seçtiği kişidedir. Yani Millet sadece kendisindeki egemenliği, bir şahsa ya da kuruma teslim etmekle görevlidir. Bunun mutlak monarşiden tek farkı, kralın dönem dönem seçimle başa gelmesidir ki zaten aslında seçenekler arasından yapılan seçimler, seçenekleri siz belirlemediğiniz sürece seçim değil kaderdir.
Şimdi daha anlaşılır okunmalıdır, meclisimizin ve demokrasimizin özünü….
Bu noktadan sonrası sizin, efendinizle olan aşkınıza kalıyor….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder