Türkiye, kendimi bildim bileli garip(?) bir şekilde yapılmış
bir evliliği çağrıştırırdı. Son zamanlarda siyasal konularla ilgili biraz kafa
yorduğumda, neden on yıllardır Türkiye’ye bu gözle baktığımı daha iyi anlamaya
başlıyorum. Romantizmin doruklarına çıkıp Türk-Kürt meselesine medeni hukuk
çerçevesinde bakma isteği gütmüyorum bunu baştan söylemeliyim. Aksine sonu
baskı, zulüm ve cinayetle, ceza hukuku mahkemelerinde biten bir evliliktir
benim gözümde canlandırdığım..
Hikâye genç ve yeni yeni batılılaşan bir Türk gencinin, çıkan büyük çatışmalar sonunda öksüz kalmış
dindar Kürt kızıyla konuşup, birlikte mücadele etmeye ikna etmesi ve sonrasında
zorla nikahına almasıyla başlıyor. Burada neden Türkler erkek ve neden Kürtler
kadın sorusunu soran olursa şöyle diyebilirim, bu İslam Tanrısının cinsiyetinin
olmamasına rağmen neden hep erkek olarak düşünüldüğü gibi bir bakış açısıdır, yani
bin yılların getirdiği,ezen güçlünün erkek, ezilen güçsüzün kadın olmasıyla ilişkili. Ama
21. yy Batısında yavaş yavaş da olsa bu bakış değişiyor değil mi? Gerçi onların
tanrısı zaten erkekti unutmuşum. Dileyen kadın ve erkeğin yerini değiştirebilir. Yine de bu metaforu cinsiyet ayrımcılığına
indirgeyenler az öteye gitsin, yazı bitince geri gelsin.
Uzun uzun cumhuriyetin kuruluşu, din kılıfına bürünmüş Kürt isyanları
ve bunların vahşi bir şekilde bastırılışına anlatamam. Zaten ne tarih bilgi birikimim
ne de bu yaşananları anlama istencim buna müsaade etmiyor. Ben günümüz Türkiye’sinde
bu evliliğin geldiği noktayla ilgilenmek istiyorum.
Biz Türkler, karısını sürekli aldatan, kazandığı parayı orada
burada çarçur eden ve buna isyan eden karısını da susturmak için sürekli döven
bir erkek gibiyiz. Kadın boşanmak isterse buna müsaade etmeyen ama bunun
yanında tavırlarında da hiçbir şekilde değişikliğe gitmeyen pis bir adam
çağrışıyor gözümde.
Aslında çok farklı Türk tipleri olmasına rağmen Kürtlere
davranış hep benzer bakış açısıyla olmuştur ki zaten güçsüze şiddeti uygulayan
sadece belirli sosyal çevrelerdeki insanlar olmuyor, her sosyal sınıf, konu
kendisinden güçsüze baskı uygulamak olunca benzer araçlara başvuruyor.Genel olarak Türklerin bakış açısı
bu evliliğin bitmemesinden yana (ki ben de buna dahilim) ve bitmemesi için hepsinin kendi siyasal görüş
ve sosyal yapılarına göre haklı(?) sebepleri var.
Örneğin bir kısmı namus
olarak görüyor bu evliliği. Eğer boşanırsa eski eşinin başka bir hayat
yaşayacağı gerçeği onu yiyip bitiriyor. Bu nedenle hiç sevmemesine rağmen onu
evde zorla tutuyor. Onun da kendisini sevmediğini biliyor ve bu nefret her
geçen gün büyüyor hatta tiksintiye dönüşüyor. Ama işte öğretilmişlikler var ya işte ah o öğretilmişlikler,
her ikisinin de hayatını zindana çeviriyor, daha çok ezilenin tabi. Hadi
milliyetçilik ve konuyu namus çerçevesinden bakan erkeğin kendi yaşamını
zindana çevirmesini, kendi sorumluluğu olarak görebiliriz ama ya diğer taraf? Yazık
değil mi?
Bu adi adam biraz daha medenileşmiş olursa durum değişmiyor
ama sebepler değişiyor. Eşini sevmiyor, eşi onu sevmiyor, artık birlikte
yaşamak istemiyor ama adam asla müsaade de etmiyor ayrılığa. En az konuya namus
meselesi ekseninde bakan sefil kadar haklı sebepleri oluyor bu medeni adamın
da. Sen diyor, benden boşanırsan eğer diyor, tek başına yapamazsın . Benim sana
kazandırdığım seküler bakış açısını bırakır tekrar yobazlığa dönersin. Hem
zaten senin elinden bir iş gelmez ki, dünya çok kötü seni hemen parçalarlar,
kullanırlar seni, eski karımın, çocuklarımın annesinin bu hale düşmesine göz
yumamam, hayır boşanamayız. Kadın itiraza devam ederse, primat doğasına dönüyor
ve o da şiddete başvuruyor hemen!
Ben hayatım boyunca hiç oy kullanmadım. Gerçi yalan olmasın
bir kez kullandım o da cumhurbaşkanını halk seçsin mi oylamasıydı.
Kullanmayacaktım aslında ama seçim günü balkona çıkmıştım ve şöyle bir etrafa
bakınmıştım. Sonra kendi kendime, hayır cumhurbaşkanını bu halk seçmesin, bu
halkın iyi bir insanı seçme ihtimali yok. Yazı turayla seçelim, piyango yapalım
ama bu halk seçmesin! Sanırım bu seçimde alışkanlıklarıma bir ara vereceğim ve HDP’ye oy
vereceğim. Nedeni ise işte bu evlilik ve bu evliliğin bitmemesini istemem. Bu
mutsuz evlilikte bir üçüncü tip var çünkü ve ben kendimi o tipte görüyorum.
Aileleri zorla evlendirmiştir gençleri. Ancak bir
bakmışlardır ki dünyaya bakışları, hayatı yorumlayışları birbirlerine çok
benziyordur. Bu koskoca adi dünyayla tek
başına mücadele etmekten korkmaktadır erkek ve eşine, eşinin mücadele azmine
ihtiyacı vardır varoluş serüvenine devam etmek için. Yıllarca delikanlının
ailesi kızı hep ezmiştir ve bizim delikanlı kendi sümsük metotlarıyla buna dur
demek istemiştir, ama başaramamıştır. Kız artık ondan boşanmak istemektedir ve
adam bu evliliğin bitmemesinin tek yolunun, artık biraz da kızın söylediklerine
kulak kabartmak olduğunu bilmektedir. Kıza özgürlüğünü vermelidir, hatta
kendi iradesini de ona teslim etmelidir, son bir şans olarak ona: Tamam her şey
senin istediğin gibi olsun, yine de düzelmezse o zaman boşanırsın ve ben de bu
hayatla tek başıma mücadele ederim, tıpkı senin gibi. Artık senin istediğin
gibi yaşayalım, hiç umudum yok ama yine de bu son şansımı kullanmak istiyorum….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder